Moda’ya taşındığımızda kiracısı olduğumuz apartmanda üst kat
komşularımız çocuksuz bir çiftti. İyi insanlardı. Adam her sabah
işe gider, eşi de o gelinceye kadar temizlik yapar, kısa aralar
verdiğinde komşuları dolaşır, çene çalardı. Kadının en büyük derdi
onca yıldır evli olmalarına karşın çocuklarının olmamasıydı. Zaman
içinde komşular da kadının derdini kendilerine dert edinmişler,
aralarında bu soruna çözüm arar olmuşlardı. 11-12 yaşlarında bir
erkek çocuğu olarak bu konuya uzak durmam doğaldı.
Aradan epey bir zaman geçtikten sonra bir gün kapımız çaldı, açtım.
Oydu. “Hemen anneni çağır” dedi. İçeriye seslendim; annem telaşlı,
“Ne oluyor” diyerek geldi. Yanıt vermeme gerek kalmadan kadın hole
girmişti bile. Annemi görünce, “Müjde, müjde...” diyerek bağırıp
annemin boynuna atıldı. Hamileydi. Sarılmalar, gözyaşları...
Apartmanda günlerce bayram havası esti.
Bu arada üst kattaki temizlik faaliyetleri kulakla duyulur bir
dozda artmıştı. Aylar sonra doğum yaklaştığında apartmanın merdiven
boşluğunu kesif bir arapsabunu kokusu sarmıştı. Kadıncağız artık
kendi dairesiyle yetinmiyor, apartmanın taş merdivenlerini de
siliyordu. Neyse... Çocuk doğdu, kızdı. Fakat bebeği kimse
göremedi. Kadın çocuğunu mikroplardan, bakterilerden, virüslerden
korumak için karantina altına almıştı. Artık apartmanda yalnızca
arapsabunu değil, hastanelerden tanıdığımız, krezol içeren ve
antiseptik bir sıvı olan lizol kokuyordu.
Aradan üç yıl geçti. Çocuk bu yıllar boyunca bir kez olsun sokağa
çıkartılmamıştı. Nihayet bir gün kadının direnci kırıldı ve
annesinin kucağında sokakla tanıştı. Ne var ki çocuğun o gün sokağa
çıkışı ilk ve son oldu. Bağışıklık düzeyi neredeyse sıfırlanmış
çocuk, ne olduğu tıbben saptanamayan bir virüs kapmış, kaldırıldığı
hastanede dört gün sonra can vermişti. Aklını hijyene takmış anne
hem evladını yitirmenin acısını çekiyor hem de komşularının
uyarılarını dinlememenin pişmanlığını duyuyordu.
***
15 Temmuz’dan bu yana çeşitli kurum ve kuruluşlarda sürdürülen
temizlik operasyonlarında karşılaştığım kimi adlar, belleğimde
yukarıdaki trajik olayı canlandırdı.
İktidar sözcülerinin tüm söylemlerine karşın kuruların yanında
yaşların da yanmasının önüne geçilmiyor. Bu durum yaygınlaştıkça
kamuoyunda iktidarın olağanüstü hali ve kanun hükmündeki
kararnameleri araçlaştırarak fırsata dönüştürdüğü düşüncesi
oluşuyor. Çarşamba günkü gazetemizde Miyase İlknur arkadaşımız
“Hazır elimizi vurmuşken tasfiyesi” başlığı altında
haberleştirmişti. Bu habere göre “İstanbul Büyükşehir Belediyesi
ile Türk Hava Yolları’nda 30’u aşkın sol, sosyal demokrat görüşe ve
Alevi inanca mensup personelin işine son verildi”.
Bu personel Tüm Bel-Sen şube yöneticileri, CHP ve HDP üyelerinden
oluşuyor. Görevden uzaklaştırılma gerekçesi ise “sosyal medya
paylaşımları”. THY’de ise “aralarında THY Kurumsal Planlama Şefi
Levent Yalçın’ın da bulunduğu ve hepsi eski Havaİş Başkanı Atilla
Ayçin’in referansıyla kuruma alınmış üç personelin işine son
verildi”.