Halkların Demokratik Partisi’nin güçlenmesi, kazandığı özgüvenle
önümüzdeki genel seçimlere parti olarak girmeye karar vermesi
kamuoyunda bu partiye ilişkin olarak çeşitli tartışmalara yol açtı.
Bu tartışmaların bir bölümü “ulus”, “ulusçuluk”, “ulus devlet”
kavramları üzerinden yürütülüyor.
Gazetemizde de birçok köşe yazarı bu konularda yazdı, yazıyor. Emre
Kongar Hocamızın “Milliyetçilik ve Soykırım” başlıklı altı yazısını
ilgiyle okuduk. Orhan Bursalı arkadaşımız da çeşitli yazılarında bu
konuları ele aldı.
Konuya Aydın Engin dostumun 22 Nisan tarihli “23-24 Nisan” başlıklı
yazısından bir alıntıyla gireceğim: “Osmanlı soyunun değil, halkın
egemenliğini kabul eden Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920
günü ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ diyerek noktayı
koymuş, ulus-devletler trenine son anda binmiştir. Daha sonra yeni
ulus devletler için İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesi beklenecekti…
Altını kalın çizelim. 20. yüzyılın başlarında bir ulus-devlet
kurmak ve ideoloji olarak milliyetçiliği benimsemek ilerici,
devrimci bir tercih, bir yönelimdi.”
***
Feodal düzenin yer yer çözülerek kapitalist üretim ilişkilerinin yaygınlaşması Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasına yol açtı. Kapitalistleşmenin yoğunluk/yaygınlık derecesine göre kapitalist üretim biçiminin ideolojik üstyapısı olan ulusçuluk akımları önce Balkanlar’da doğdu, gelişti. Hedefi ulus-devlet kurmak olan ulusçuluk hareketleri örgütlenerek Osmanlı’ya karşı savaş açtılar. Bu savaşların sonunda Romanya, Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan bağımsızlıklarına kavuşarak ulus-devletlerini kurdular. Balkan bağımsızlık hareketlerinin önderleri Fransız Devrimi’nin ilkelerinden etkilenmişlerdi.