Bu dizinin 6. bölümünü bir parantez açarak “İstanbul’da
Kürt olmak” alt başlığı altında bir kişisel tanıklığa
ayırmıştım. Şimdi parantezi kapatarak yeniden 5. bölümün son
paragrafına dönelim.
Şöyleydi: “Gerçekten de 1980 ve 1983 yılları
arasında gerçekleşen işkence ve
öldürme olayları,Güneydoğu bölgesindeki silahlı Kürt
hareketinin temelininatılmasında rol oynadı.
Diyarbakır Cezaevi’nden çıkanlardan büyük çoğunluğu dağa
çıktı, PKK’nin anagövdesini oluşturup
büyümesini sağladı.” Diyarbakır Cezaevi’nde tutuklulara
uygulanan ağır işkenceler, örgütsel bağları olmayan Kürtlerde de
büyük bir öfkenin doğmasına yol açmıştı. PKK kısa zamanda Kürt
toplumu içinde kendine elverişli bir gelişme zemini buldu. Türk
Silahlı Kuvvetleri ile çatışmalar sıklaştıkça Güneydoğu’da ve
Doğu’da köylerin ve mezraların boşaltılması da hızlandı. Köyler,
ormanlar yakıldı, hayvanlar telef oldu. Sonuçta evsiz barksız
kalan, geçim koşulları ellerinden alınan yüz binlerce aile, başta
Diyarbakır olmak üzere kentlere göç etmek zorunda kaldı. Tüm bunlar
silahlı Kürt hareketinin gelişerek kitleselleşmesini hızlandıran
etkenlerdi.
PKK bir yandan dağlarda çatışıyor, öte yandan da kentlerde sivil
siyasal yapılanmalar oluşturuyordu. 1990’lı yılların ilk yarısı
silahlı ve sivil Kürt hareketinde bir dönemeçti. Türk Silahlı
Kuvvetleri bu dönemde olanca gücüyle Güneydoğu’ya abandı; yaklaşık
17.000 olarak tahmin edilen yargısız infazların çok büyük bölümü bu
dönemde gerçekleşti. TSK ve köy korucuları en büyük kayıpları bu
yıllarda verdi. Dönüşü olmayan bir yola, bir açmaza
girilmişti.