Bazı okuyucularım, “AB ile kriz olduğunu anladık ama kriz nasıl aşılır onu yazın” diye özetleyebileceğim mesajlar gönderdiler. Nasıl aşılacağı konusunda bir reçetem yok. Ancak 22 yıldır kesintisiz takip ettiğim Türkiye-AB ilişkilerinin yol haritasını hatırlatarak geçmişte krizlerin nasıl aşıldığını anlatabilirim.
22 YIL ÖNCE İLİŞKİLER KESİLMİŞTİ
1997’deki Lüksemburg zirvesini Radikal gazetesinin diplomasi muhabiri olarak takip etmiştim. Gündemde “10 eski Doğu Bloku ülkesi, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Malta ile tam üyelik müzakerelerine başlanması” vardı. Türkiye’nin de AB genişleme sürecine dahil edilmesi bekleniyordu ama AB liderleri buna geçit vermedi. Türkiye’nin sert itirazına rağmen GKRY ile tam üyelik müzakerelerinin başlaması da kararlaştırıldı.
Mesut Yılmaz başbakan idi ve zirveyi takip eden bütün Avrupalı gazeteciler, bize “Yılmaz gelecek mi” diye soruyordu. Yılmaz zirveye katılmadı. Ancak, ABD’ye giderken uçağı Brüksel’e indi ve AB’nin başkentinden AB’ye şöyle seslendi: “AB ile siyasi diyaloğu kesiyoruz. GKRY ile müzakerelere başlarsanız KKTC ile bütünleşme sürecini başlatırız”.
O gün AB Konseyi, “siyasi ve ekonomik sebeplerle” Türkiye ile müzakerelere başlamayacağını açıklamıştı. Yani AB’ye göre Türkiye siyasi alanda Kopenhag, ekonomik alanda ise Maastricht kriterlerini karşılayamamıştı.
O günkü kriz, iki yıl sonra aşıldı. Finlandiya soğuğunda, 10-11 Aralık 1999 günleri Helsinki zirvesini izleyen biz gazeteciler, bir iyi iki kötü haberle döndük. Türkiye “aday” ilan edilmiş, ancak tam üyelik müzakereleri başlamamıştı. GKRY ile müzakereler de resmen başlamıştı.