CUMA günü, Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak ile birlikte 12 saatliğine Saraybosna’daydık.
Saraybosna Şehitliği’nde Bilge Adam Aliya İzzetbegoviç’in anıtmezarına doğru ilerlerken gözüm hep mezar taşlarındaki ölüm tarihlerine takılıyordu: 1992, 1993, 1994, 1995...
Bosna savaşının son yılları, gazetecilik mesleğindeki ilk yıllarıma denk gelmişti.
Sırp kasabının acımasız katliamlarını, Avrupa’nın vurdumduymazlığını, Boşnakların, özellikle de kadınların katillere inat sergilediği yaşama sevincini, o trajik pazar yeri katliamını dün gibi hatırlıyorum.
Başçarşı’da yürürken, Sırp keskin nişancıların sivilleri birer birer avladığı ‘Keskin Nişancı Geçidi’nden (Selimoviç Caddesi’nden) geçerken, binalarda kalan ve bilinçli bir şekilde onarılmayan kurşun izlerine bakarken, 1. Dünya Savaşı’nın başlamasına neden olan suikastın gerçekleştiği Cumurija Köprüsü’nde durup, gözlerimi karşı tepelere dikip uzaklara dalarken hep aynı duyguyu yaşarım...
Hüzünlenirim...
Bazen yıllarca rüyalarımdan çıkmayan pazar yerinde ölen kadınları hatırlarım, gözlerim dolar.
Bazen, bir Boşnak ailenin misafirperverliğini ve bizimle paylaştığı bayat ekmeğin kokusunu anımsar gülümserim.
Savaşın dehşetini, barışın kıymetini ilk Saraybosna’da öğrendim ben.
Saraybosna, bu yüzden Türkiye dışındaki ilk göz ağrımdır.
“Yağmur’dan Önce” filmini onlarca kez izlemem bu yüzdendir.