Siyaset teorisi, siyasetin sosyoloji ile ilişkisi, yüz yıllardır kitapları dolduran bir konu olmuş.
Yaşanmış pratikler, çok net tespitleri ortaya çıkarmış.
CHP’nin İzmir ve İstanbul ilçe adaylarını belirlediği olaylı Parti Meclisi toplantısı sürerken ben Ergun Göknel’in hazırladığı “Seçim Nasıl Kazanılır ve Osmanlı’dan Türkiye’ye Seçim Tarihi” kitabına göz atıyordum.
Kitapta rastladığım yakın tarihimizin önemli seçimlerinin sloganları, propaganda afişleri benim için nostaljik olmakla birlikte günümüzü yorumlamak açısından da öğreticiydi.
Göknel’e göre, seçim kampanyasının üslubu şu üç uygulamanın birinden ya da onların birleşiminden oluşuyor:
1-Etkileme
2- Güç
3- Kendine çekme
CHP’de geçen Pazar günü yaşananları ister istemez bu üç unsur ile değerlendiriyor insan.
Adaylığının ilanı, ilk afişi, ilk mesajı, bir adayın “seçmeni etkileme gücünü” şekillendiriyormuş. Bu tespit İzmir adayı Tunç Soyer’in durumunu düşündürdü. İşin başında bu kadar pozitif bir algısı varken, kendi isteği dışında yıpratıcı bir aday belirleme sürecinin unsuru oldu. Aday olunca ilk mesajını seçmene vermesi gerekirken, O ilk mesajını, gönlünü ve desteğini almak istediği selefi Aziz Kocaoğlu’na vermek zorunda kaldı.