Sözcü’de çalışmaya başladığımdan beri daha çok yürüyorum. Evden
işe, işten eve, buluşmalara yürüyerek gidiyorum.
İlk nedenim elbette sağlık.
Bu şekilde hekimlerin “her gün 10 bin adım
yürüyün” önerisini yerine getirmiş oluyorum.
İkinci nedenim ise yaşadığım kenti, mahalleleri keşfetmek. Her
seferinde ayrı bir yoldan giderek mağazaları, yeni nesil
kahvecileri, kitapçıları, kırtasiyeleri keşfediyorum. Gülümseyen
insanlarla ayaküstü sohbetlerin tadı da bir başka.
Denk geldiğim kitapçılara girip kitaplara göz atıyor,
beğendiklerimi alıyorum. Bazen, eve varmayı bile beklemeden
mahalledeki bir kahvecide oturup okumaya başlıyorum.
Son günlerde güzel sanatlarla ilgili kaynak çeşitliliği ve farklı
dillerde kitaplarıyla ilgimi çeken Arkadaş Kitabevi’ne çok sık
gider oldum. Tunalı Hilmi Caddesi’ndeki Yapı Kredi ve İş Bankası
yayınevlerine ait mütevazı kitapçıların önünden geçip gitmek,
uğramamak da hayli zor.
Kitaplar arasında dolaşırken değişik kapak tasarımı nedeniyle bir
kitaba takıldım. Adı “Hayatı Hatırlamak/Otobiyografik
Belleğe Bilimsel Yaklaşımlar” idi. Sami Gülgöz, Berivan
Ece ve Sezin Öner tarafından derlenen kitap, Koç Üniversitesi
Yayınları’ndan çıkmış.
Kitabın dördüncü bölümü, “Neden Hatırlıyoruz? Neden
Unutuyoruz” başlığını taşıyor ve ünlü İtalyan Yazar
Umberto Eco’nun şu cümlesi ile başlıyor:
“Bellek Yalnızca depolamaya değil, atmaya da yarar anıları.
Eğer yaşadığınız her şeyi hatırlıyor olsaydınız, hasta
olurdunuz.”
Eco’nun bu sözünü ilk defa duydum. Hemen
kaynağına baktım. 2002’de New York Times’ta yayınlanmış Celestine
Bohlen imzalı bir söyleşiymiş.
Makaleyi bulup okumaya başladım. Aşk mektupları üzerine bir
sohbetin sonunda konu dönüp dolaşıp çağımızın iletişim evreni
İnternet’e gelmiş.
Kendisini bazen gençlere İnternetteki veri akışı onları kontrol
altına almadan, veri akışını kontrol etmenin yollarını öğretirken
bulduğunu an...