İstikametimiz Hatay. Gölbaşı’nı geçip Şereflikoçhisar üzerinden Aksaray’a varmıştık ki güneş doğudan yükselmeye başladı. Güneşin kızıllığı, Hasan Dağı’nın karla beyaza bürünmüş zirvesini, yükseltiler arasındaki ton farkını ve sis içinde belli belirsiz evleri de ortaya çıkarıyordu. Bu muhteşem manzarayı geride bırakıp bir süre daha alacakaranlıkta ilerledik ve Pozantı yakınlarındaki Şekerpınarı’nda mola verdik. Adana’ya, Mersin’e Hatay’a ne zaman karayoluyla geçsem orada dururum.
1. Dünya Savaşı öncesinde Berlin-Hicaz demiryolu projesi için yapılan taş köprü, dağı yarıp gün yüzüne çıkan o muhteşem su, masaları kuşatan yeşillikler ile sadece yemek değil “doğa molası” da vermiş olurum. Otoban (neredeyse üzerinden geçecek şekilde) inşa edildikten sonra eski havası kalmasa da hâlâ favori mola yerimdir.
BU SAYGI HİÇ BİTMEZ
Tam molayı bitirip yola çıkacaktık ki TIR’ların yol kenarında durması dikkatimizi çekti. Bazılarının şoförleri araçların yanında saygı duruşundaydı. Gayriihtiyari saate baktım. 9’u 5 geçiyordu. Günlerden 10 Kasım’dı. Ulu Önder Atatürk’ün 79’ncu ölüm yıldönümüydü. “Onları, bu ıssız yerde bunu yapmaya zorlayan mı var? Yapmasalar başlarına kötü bir şey mi gelir?” diye düşündüm. Elbette hayır...
Bir kez daha ülkedeki Atatürk sevgisinin büyüklüğünü ve samimiyetini hissettim.
Hatay’da ilk iş Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Hüseyin Yayman ile günlük planımızı yaptık. İlk ziyaret yerim Hatay Arkeoloji Müzesi oldu. İlk etabı açılmış. Hatay çevresindeki onlarca höyükte yapılan kazılardan getirilen arkeolojik buluntular başarılı bir kurgu ile sergilenmeye başlanmış.