İnsan aynı şeyleri yazıp söylemekten yoruluyor ama bıkmadan,
usanmadan yazmakta, söylemekte yarar var. Çünkü, memleketin bütün
sorunları dönüp dolaşıp aynı yerde düğümleniyor: Hukuk
sistemi ve adalet.
Bakıyorsunuz, Başkent
Ankara’da gelecekte avukat, savcı, hakim olup
adalet dağıtması gerekirken “kopyacı” olmayı seçen
bir hukuk öğrencisi, buna mani olmaya çalışan hocasını hunharca
katledebiliyor. Kullandığı silah, emekli polis babasının (bir nevi
devletin) silahı çıkıyor.
Bakıyorsunuz, Gaziantep’te bir boşanma davası
nedeniyle karşı karşıya gelen iki aile birbirine kurşun saçıyor, 1
kişi ölüyor, 13 kişi yaralanıyor.
Bakıyorsunuz, bir nargile kafede iki grup silahlı çatışmaya
giriyor. İnsanlar yaralanıyor.
Daha neler neler…
Peki neden?
Devletin hukuku yerine, kendi hukukunun geçerli olduğu bir adalet
düzeni sağlamaya çalışan çarpık bir zihniyetten.
EKRANDA ADALET ARAYANLAR
Refakatçi olarak bulunduğum hastane odasında Müge
Anlı’nın programına takıldım. Her zamanki gibi karşısına
kalabalık bir grubu oturtmuş, bir olayı çözmeye çalışıyordu.
Ailenin damadı olduğunu anladığım bir katılımcı el kol hareketleri
ile bütün katılımcılara cevap yetiştirmeye çalışıyor, bas bas
bağırarak Anlı dahil herkesi susturmaya
çalışıyordu. Bütün suçlamaları “en iyi savunma
saldırıdır” düsturu ile konuşulmaz hale getiriyordu.
Çoğu akraba olan katılımcılar birbirlerine çok somut suçlamalar
yöneltiyordu:
Cinayet, çocuğa cinsel istismar, kadına şiddet, tecavüz,
kiralık katil tutmak, organ mafyası, büyü yaptırmak,
dolandırıcılık.
Ortada bir cinayet, (biri kadın, diğeri
çocuk) iki de kayıp şahıs vardı. Kadından 10,
çocuktan 9 yıldır haber alınamıyormuş. Bir iddia,
ikisinin de yine aile içinden birileri tarafından öldürüldüğü
yönündeydi.
Onlarca sor...