Dünyada savaşacak çok şey var. Başta cehaletle savaşmalıyız ki savaşmak zorunda kaldığımız cehalet kaynaklı birçok sorun ortadan kalksın.
Diğer taraftan, yoksullukla, yolsuzlukla, ırkçılıkla, faşizmle, kör şiddetle (özellikle kadınlara, çocuklara yönelik şiddetle), doğaya karşı işlenen suçlarla, kanserle, bulaşıcı hastalıklarla savaş, üzerinde yaşadığımız yer küreye ve insanlığa vefa borcumuzdur.
Bugünlerde (özellikle de son yaşanan üç toplu ölüm vakasından yola çıkarak) bir de umut kadar, cesaret kadar bulaşıcı olan ve hızla yayılan “umutsuzlukla” savaşmamız gerektiğini düşünüyorum.
Başımızı kuma sokmanın manası yok. Türkiye’yi yönetenlerin, iktidardaki ve muhalefetteki siyasetçilerin, akademisyenlerin, medyanın, kanaat önderlerinin, sebebi her ne olursa olsun umudunu kaybeden insanları görmesi, umutsuzluğu besleyecek koşullarla mücadele etmesi, umut aşılaması şart.
Biz gazeteciler, intihar haberlerini yapmayarak önemli bir inisiyatif alıyoruz ama ne kadar işe yarıyor? Bununla yetinmeyip, insanın hayatta olduğu sürece, her türlü zorluğu aşabileceği, gerekirse hayata sıfırdan başlayabileceği, hayatı dışında her kaybı telafi edebileceği gerçeğini anlatmamız şart.
Bunu başarabilmemiz ise gerçekle yüzleşebilmemize bağlı. Çünkü, sorunun varlığını kabullenmeden o sorunu geride bırakamayız. Mesela, ülke ekonomisinde ciddi sorunlar yaşandığını, haliyle işsizliğin gün be gün derinleştiğini, mutfaktaki yangının büyüdüğünü kabullenmezsek, bu fiili durumun insanların yaşamına yansıyan sonuçlarını göremezsek, neden olduğu umutsuzluğu nasıl ortadan kaldırabiliriz?