Telefonda kendi tabiriyle “eski AK Parti”nin önemli isimlerinden biri vardı. Kendisi Profesör aynı zamanda. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'la geçmişte yakın görüşen, AK Parti'de önemli görevlerde bulunmuş bir isim.
Erdoğan'ın Gezi eylemlerine katılan kadınlar için kullandığı “sürtük” küfrüne yönelik yazımı okumuş. Yorumlarıma katılıyormuş.
“Bu nasıl bir şeydir. Çok üzgünüm çok… Nereye gidiyoruz böyle?” diyerek doğrudan girdi söze…
Entelektüel kapasitesine, hukuka ve adalete bağlılığına duyduğum saygıdan kendisine hep “Hocam” diye seslenirim.
“Hocam Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Kızılcahamam'daki konuşmasını dinlediniz mi? Savunmuş bu sözcüğü” dedim.
(Erdoğan şöyle demişti: “Biz Gezi olaylarında sergiledikleri tutuma yakışan teşhisi koyduk. Biz hep milletimizin diliyle konuştuk. Milletimiz bu vandalları nasıl tanımlıyorsa biz de öyle dedik.”)
Telefondan duyup hissedebildiğim bir ah çekti.
“Sorma, çok üzgünüm. Milleti bu seviyede göstermek doğru değil. Kim veriyor bu akılları bilmiyorum ki? Partide de kimse tasvip etmiyor böyle çıkışları. Cenazeye gidiyorum, pazara gidiyorum. Etrafımızı sarıyorlar. Herkes şikayetçi” dedi.
“İbrahim değildir her halde. O sevmez böyle şeyleri” diye devam etti. Kastettiği Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın'dı.
Benim bildiğim Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın kimsenin aklına ihtiyacı yoktur. O yüzden başka yerde sorumlu aramaya gerek yok.
Ancak, Erdoğan'ın çevresindekilerin, “Erdoğan yanlış yapmaz” düşüncesiyle “sürtük” küfrünü yere düşürmemek için yaptıklarına bir örnek vereceğim:
Eminim Erdoğan o sözcüğü kullandıktan sonra binlerce insan Google sayfasını açıp “Sürtük ne demek” yazmıştır.