İlki, çok stratejiktir:
Devletin, ülkedeki terör karşıtı hassasiyeti ve artan milliyetçi duyguları arkasına alarak her türlü eleştiriyi, gösteriyi, protestoyu “teröre destek” olarak görmesini ister. Devleti yönetenler, detaylarla ilgilenmemeye başlar. Yanlışlara dair en ufak eleştiriyi, mağduriyetlere yönelik itirazları, “terör ağzı” diye genellemeye başlarlar.
Böylece, Devletin “terör cephesi” etiketini yapıştırdığı cephe genişler. Cephe genişledikçe terör örgütleri ellerini ovuşturur. Mağduriyetler üzerinden, ulusal ve uluslararası propaganda imkÂnlarını artırırlar.
İkincisi, daha etkilidir:
Terör örgütleri, Devlet adına terörle mücadele eden güvenlik güçlerinin ruh halini hedef alır. Kör şiddetleri arttıkça, dağda-taşta, gece-gündüz, ailesinden uzak mücadele veren güvenlik mensuplarının, bazen kaybettikleri bir arkadaşlarının acısıyla, bazen çalışma koşullarının dayattığı stresle, hukuk devleti sınırları dışına çıkıp işkence, kötü muamele gibi hatalar yapmasını beklerler. Çünkü uluslararası platformlarda, yaşama hakkı başta, temel hak ihlallerinden daha büyük bir propaganda malzemesi bulamayacaklarını iyi bilirler.
Türkiye, geçmişte bu tuzağa çok düştü. 90’ların başında dünya, PKK’nın kanlı katliamlarından çok, güvenlik mekanizmalarındaki hukuk dışı yapılanmaların başvurduğu uygulamaları, işkenceleri, dışkı yedirmeleri konuştu.