Hasat zamanlarında tırpanı, tırmığı ve dirgeni omuzlayıp yola koyulurduk.
“Nereye gidiyorsun?” diye soran olursa çok basit bir cevabımız vardı: “Çöle”
Nadasa bıraktığımız, arpa, buğday ya da yulaf ektiğimiz tarlaların bulunduğu o uçsuz bucaksız platoya “çöl” derdik.
Çocukluğum, baharda yeşile kesen, çiçekleriyle bin bir renge bürünen, arıların kanat çırptığı, yaban hayvanlarının koşuşturduğu, bıldırcınların yuva kurduğu, sunduğu nimetlerle yıl boyunca karnımızı doyuran o tarlalara neden “çöl” denildiğini düşünmekle geçti.
Sonunda şöyle bir yanıt buldum:
Bilimsel açıdan çok az yağış alan, bitki örtüsü neredeyse hiç olmayan ekosisteme çöl dense de Anadolu insanı için çöl, ağaç olmayan yerdi.