Yatakhanede geçirdiğim ilk gündü. Garnizon binasından dönüştürülmüş bir yurt binasında, tavan yüksekliği 4 metreyi bulan bir koğuşta 54 kişi kalıyorduk.
Gece uyku tutmadığı için yatağın içinde dönüp durmuştum. Benim gibi uyku tutmamış başka çocukların da olduğunu etraftaki yataklardan görebiliyordum.
Sabah altıda kalk zili çaldı. Koğuş uyanıyordu. Kimi hızla, kimi adeta sürünerek yatağından çıkıyordu. İlk günden memleketi özleyip yanık türküler tutturanlar da vardı, üst ranzadan inerken yatağına bastı diye arkadaşına bağıran da…
Bir süre sonra herkes demirden dolapların askılı kilitlerini açmış, rengarenk plastik sabunluklarını alarak lavaboların yolunu tutmuştu.
Büyük sınıflardan tıraş olanlar da vardı ama ben ve benim gibi birkaç kişinin boyu aynaya dahi yetişmiyordu. Altıma yükselti koyarak dişlerimi fırçalamıştım.
Sümerbank etiketli kıyafetlerimizi giyip sınıflarımıza ulaştığımızda saat yediydi. Bir saatlik etüt geçmek bilmedi. Kahvaltıyı bekleyemeyenler, memleketten getirdikleri çörekleri yakın arkadaşlarıyla...