Sabitfikir’in(*) yeni sayısında Bülent Usta’nın Edebiyatta Taşra ve Kent yazısını okudum.
Üzerinde tartışılacak, dünden bugüne siyasal, toplumsal
değişimleri kaale alarak değerlendirilecek bir yazı.
Yazarın bu konuda iki ad vermesi, isabetli bir seçim:
Maksim Gorki ile Anton Çehov. Ben Gorki’nin görüşlerine karşılık
Çehov’u tutarım.
Çehov’a göre taşra durağan, seçeneklerden ve daha birçok şeyden
yoksun, entelektüel meselelere ilgisiz, kaba saba bir yerdir.
Çehov’un öykülerinde taşranın kâbusu eşine az rastlanır bir
ustalıkla anlatılır.
Bugünkü edebiyatçılar ne oranda taşrayı yazıyor?
Hasan Ali Toptaş dışında okur ilgisini çekmiş çok okunan kaç yazar
var?
Taşranın edebiyatta yer alışını incelersek, çoğunun insan gerçeğini
siyasi anlayışla formatladığını söyleyebiliriz.
Ayrıca taşra kavramını, yaşamını, yaşantısını göçler doğrultusunda
İstanbul’da da görüyoruz.
Yazar, taşranın sözlükteki karşılığının ‘dışarlık’ olduğunu
belirttikten sonra, Yusuf Atılgan, Cemil Kavukçu, Nuri Bilge
Ceylan’ı örnek göstermektedir.
Bülent Usta, yabancı yazarlardan da bu kavram üzerine bilgi
vermektedir.
Gülten Akın’ın şiirini okuyun:
“Dam çökecek, bir kırık nal, iki gözboncuğu getirin/Muska nerde?
En’am nerde? Siz neredesiniz?/(Gece) kara gece, gaz kibrit,
pencere/Yoksa dam çöktü mü? Ölmeden önce mi öldük biz?”
Taşrada bunca öğretmen eğitim veriyor, onlardan bir romancı, öykücü
çıkmasını bekliyorum.
Reşat Nuri Güntekin, Sabahattin Ali öğretmenlik yaptıkları zaman
tanık olduklarını, yerel malzemeyi kullandılar.
Taşranın insanına bireysel açıdan bir yaklaşımın romanını merak
ediyorum. U...