Erkan, yarım bıraktığı son filminde “Uçurtmacı Ali” rolündeydi.
Bu Ali’nin yaşadığımız toplumsal ilişkilerle yıldızı barışmamış.
Gönülleri bir olduğu halde sevdiğine kavuşmamış. Geleceğini
Almanya’da işçi olarak aramak istemiş, o da olmamış. Uçurtmacı
Ali’nin gönlünde şimdi büyük düşler var; sevenlerin sevdiklerine
kavuştukları bir diyarın, bir özgürlük diyarının hasretini çekiyor.
Uçurtma da, aslında böyle bir özlemi simgeliyor; yani Ali’nin
ütopyasını...
DÜŞLERDEKİ BÜYÜK GELECEĞİN YOLUNDA
Erkan, bu “Uçurtmacı Ali” rolünü, büyük düşleri ve büyük özlemleri
olan bu sevdalı emekçiyi oynamayı çok sevmişti. En son
karşılaşmamızda, “Düşün bir kez” diyordu, “filmde çocuklara
uçurtmalar yapıyorum, uzak diyarları düşlüyorum.”
Erkan’ı kaybettikten sonra senaryoyu da okudum. Bu sevdalı emekçiyi
oynamak Erkan’a çok yakışacaktı.
Erkan’ın da bir ütopyası vardı. O, büyük dünyaların, insanlığın
ufkundaki büyük geleceklerin insanıydı. Burada “ütopya” derken,
olmayacak bir duayı, bir hayali kastetmiyorum. Hezarfen Ahmet
Çelebi, 17. yüzyılda omuzlarına kanatlar takarak uçmak istemişti.
İnsanlık sonradan gerçekten kanatlandı ve uçtu değil mi?
Erkan’ın ütopyası; dünyayı değiştirme eylemini ateşleyen, bu
eylemin enerjisini oluşturan büyük düşünce ve umutlardı. O da tıpkı
Nâzım Hikmet gibi, insanlığın “güneşi zapt edeceği”ni biliyordu. Bu
bir körinanç, bir saplantı değildi Erkan’da: Bir tarih bilinci,
bilimsel bir kanaatti. Biliyordu ki, emekçilerin k...