TRT’de bir tarihte çok güzel bir dizi vardı. “Doğunun Kayıp Silüetleri”. Bugün de izleyebilirsiniz.
Trabzon Şenol Güneş Spor Kompleksi pazar akşamı yaşananlardan sonra, o dizideki bir hikâyeyi hatırladım. Aklımda yanlış kalmadıysa Moğolistan bozkırında geçiyor. Beş altı yılda bir yapılan geleneksel bir at yarışı var. Gençlik çağının eşiğindeki çocuklar katılıyor. O yarışı kazanmak, kahraman olmak değerinde. İki arkadaş yıllarca o yarış için hazırlanıyor. Onlardan daha heyecanlı olan da babalarıdır. Oğullarıyla ömür boyu övünç duyacaklar. Yarışı kazanan çocuk yarıştan önce duygularını şöyle ifade etmiş: “Arkadaşım kazanırsa babam üzülecek, ben kazanırsam arkadaşım üzülecek.”
Kardeşlik toplumunda kazanmanın tanımı bir başkadır. Elbette bireysel bir yarış var ve o yarışı kazanan kahramandır. Ancak arkadaşın kazanması da, bir başka kazanmadır. Orada da arkadaşın sevincine ortak olmak var.
Roma’nın köleci toplumunda ve Bizans’ın kulluk sisteminde yarışın ve kazanmanın tanımları değişiyor. Roma’da köle sahipleri gladyatörleri dövüştürüyor. İkisi de köledir, aynı kaderi paylaşmaktadır. Ancak kaybeden, belki hayatını da kaybedecektir. Rakibin kılıcı altında ölmek de var. Ya da dövüşün sonunda imparatorun parmağı yere doğruysa akıbeti bellidir. Ama asıl manzara, tribünlerdedir. İmparator tayfası kibir ve gururla protokolda otururken, Halk, çılgınca “öldür öldür” diye haykırmaktadır.
Bizans’ta Yeşiller ve Maviler arasındaki araba yarışının hikâyesi de Roma’ya benzer. Bu geleneksel araba yarışlarında tribünler galeyan halindedir. Asıl kıran kırana olan tribünlerdeki hınçtır, kindir, şiddettir.
Sınıflı toplum köleci sistemlerde olduğu gibi aşırı bölünme ve kamplaşmaya gidince, toplumu da o aşırı düşmanlıklara ve dahası şiddete sürüklüyor.