Dün bu köşede Türkçenin binlerce yıllık tarihine göndermeler
yaparak, dilimizde Kaan diye bir sözcük bulunmadığını, sözcüğün aslının
Kağan olduğunu kanıtlayan bilgileri sunmuştuk.
Destanımızın adı Oğuz Kağan Destanı’dır. Oğuz Kağan’ı doğuran Ay
Kağan’dır. İlteriş Kağan, Bilge Kağan, Göktürk hakanlarının hepsi
Kağan diye anılır. Uygur Kağanı, Tengride Kut Bulmuş Alp Bilge
Kağan’dır ve şöyle seslenir:
“Men Uygurların kağanıyım ve yeryüzünün dört bucağının kağanı olsam
gerektir. Sizden itaat dilerim.”
Eski Türk tarihinde Kaan diye bir unvan, bir makam, bir kurum
yoktur. Bütün tarihsel belgelerde yalnızca Kağan vardır.
Gürler Akdora da hatırlatıyor, Türkçede iki sesli artarda gelmez.
Kaan sözcüğü bu açıdan da Türkçemize yabancıdır.
Ka kökünden türeyen sözcükler, Türkçenin Uygur, Çağatay, Kazak, Altay, Osmanlı (bugün Türkiye Türkçesi), Yakut ve Çuvaş lehçelerinde hep kavrama ve kapsamayla ilgili güç ifade eden kavram ailesini oluşturur. Macar dilbilimcisi Vámbéry’nin, Etimologisches Wörterbuch des Turko-Tatarischen Sprachen (Türk-Tatar Dillerinin Kökenbilimsel Sözlüğü) başlıklı eserinde Türkçenin ka kökünden gelen sözcüklerdeki bu özelliği görürüz. Meraklı olanlar bakabilir.(1)
Radloff’un ünlü Versuch Eines Wörterbuches der Türk-Dialecte (Türk Lehçeleri Sözlüğü Denemesi) adlı hâlâ Türkçemize çevrilmemiş olan dört ciltlik büyük eserinde de ka kökünün aynı özelliğini görürüz.
Atatürk de, k sesinin Türkçedeki işlevini tanımlarken o kudrete işaret eder: “Her türlü ‘obje’ [nesne] ve düşünceyi tamamlar, manayı tayin eder. Her türlü düşünceye hareket ve faaliyet verir. Rolü oldukça şamildir [kapsamlıdır]. Dilde genel amil [etken] rolünü oynar.”2 Kağan sözcüğünün ka kökünden gelmesi, Türkçeyle derin bağını gösterir....