Dinler birbirine farklı cephelerden bakarlar. Haçlı savaşları ve
cihat, bin yılı aşan bir süredir, ideolojik düzlemde ve kimi zaman
da eylemli olarak devam edip gelmektedir. Bu savaşlar, dinler arası
savaş gibi görülür ama temelinde imparatorluklar ve sınıflar
arasında savaştır; zaman zaman da zalim ile mazlum arasındaki
savaştır. Bu savaşlarda din bayrağı altında toplanan imparatorlar
ve toplumlar, birbirleri hakkında yüzyılların derinleştirdiği
yargılar oluşturdular.
Ama bilim, İslâmiyet’e bu cepheleşmenin ve bu bağnazlığın içinden
bakmaz. Dünyanın neresinde olursa olsun, ister Çin’de ve Rusya’da,
ister Batı’nın Atlantik kıyılarında, ister Güney Afrika’da ve Latin
Amerika’da, İslâm’ın ortaya çıkışı, Ortaçağ’ın en büyük devrimidir
ve Hz. Muhammed de bu büyük devrimin önderidir.
İMANIN İÇİNE HAPSEDİLEMEYEN HZ. MUHAMMED
İbnî Haldun’un deyişiyle “Tarih bilimlerin anasıdır”. Hatta sosyal
bilim, tarihten ibarettir. Tarihsellik, gerçeklere yaklaşmanın
biricik anahtarıdır.
İmanı kanıtlayamazsınız. Zaten iman, kanıtlanmaya ihtiyacı
olmadığını ileri sürer. Bilim ise, ancak kanıtlandığı zaman
bilimdir.
Hz. Muhammed’in Medeniyet Devrimi, bu kitapta bir iman konusu
olarak değil, tarihin, dolayısıyla bilimin konusu olarak
inceleniyor. Hz. Muhammed’i evrensel kılan da zaten bu bakış
açısıdır. O büyük Medeniyet Devrimcisini, insanlığın Müslüman
olmayan büyük çoğunluğuna bir iman konusu olarak dayatamazsınız.
Ancak O’nun insanlık tarihindeki Büyük Medeniyet Devrimciliğini,
Goethe’den Marx’a kadar insanlığın bütün hakikat çevreleri
selamlamıştır ve hâlâ selamlıyor. Hz. Muhammed’i bütün insanlık
katında değerli kılan da işte o tarihsel eylemidir. Hz. Muhammed’i
arıyorsanız, kendisini bütün insanlığa kabul ettirdiği yerde
bulabilirsiniz.
Bütün bu gerçekler ışığında, Hz. Muhammed’i İslâmiyet’in içine
kapanıp kalarak anlayamaz ve anlatamazsınız. Çünkü Hz. Muhammed,
imanın sınırları içine hapsedilemeyen bir insanlık değeridir.
Muhammed İkbâl, “İslâm’da cihat, kâfirlerle savaş değildir; ister
Müslüman ister kâfir olsun, zalimle savaştır” derken, imanın içine
hapsedilemeyen Hz. Muhammed’i tanımlamıştı (Cavidname, İş Bankası
Yayınları, 1958).
GERÇEĞİN TARİHSELLİĞİ VE EVRENSELLİĞİ
Ne İslâmiyet ne Hıristiyanlık ne Musevilik ne Budistlik ne Hinduluk
ve ne de başka bir din ve mezhep, imanı bütün insanlıkla
paylaşıyor. Ama zulme karşı mücadele evrenseldir. Bu durumda Hz.
Muhammed’i bu evrensel ufuk içinde görebilirsiniz.
Gerçeklik de her imana göre farklı farklı değildir, evrenseldir.
Yeryüzünü tek bir güneş ısıtıyor ve güneş, dünyanın her yerinde
doğudan doğuyor. Her insan, dünyanın her yerinde yer çekimi
yasalarına bağlıdır. Hz. Muhammed, “Bilim Çin’de bile olsa gidip
bulunuz” derken, aslında aradığı bilimin iman olmadığını da
söylemiş oluyor. Çünkü 6. ve 7. yüzyılda Çin’de veya Hint’te
bulunan bilim, iman değildi. Bugün ister iklimlerde, ister
okyanusların derinliklerinde, ister uçan bulutlarda ve esen
rüzgârda arayın, bulduğunuz gerçek, insanlıkla paylaşacağınız
bilimsel gerçektir.
DENEK TAŞIMIZ BİLİM
Hz. Muhammed kitabımız dün Aydınlık’ta “İslam Tarihine Bilimsel
Sosyalist Bakış” diye tanıtılıyordu. Kanımca “Tarihsel Bakış” demek
daha doğru olur. Bilimsel Sosyalizm, bilimin verileri üzerine
kurulmuştur; dolayısıyla bilimle kanıtlanabilir. Böylece Bilimsel
Sosyalizm, bilimi bir denektaşı olarak kabul etmektedir.
Tarihte bir tane Hz. Muhammed gerçeği var. İki tane yok. O nedenle
Hz. Muhammed’in bilimsel açıklanması dışında bir açıklama
bulunmuyor. Bilimsel Sosyalizmin Hz. Muhammed açıklaması, tarihsel
gerçeklikle kanıtlanır ve bilimseldir, bilimden ayrı değildir.
Bilimle kanıtlanmayan bir Bilimsel Sosyalizm yoktur. Sosyalizmin
başındaki bilimsel nitelemesinin anlamı budur. Devrimci Teori ve
Pratik, kendisini Ütopyacılardan ve bulutların üzerindeki devrimci
girişimlerden böyle ayırmıştır. Bilimsel Sosyalizm, insanlıkla
hâyâl âleminde değil, gerçeklik zemininde buluşur.
DÖRT KİTABIN MÂNÂSI
Hz. Muhammed’in İslâmiyet’in içine kapanarak anlaşılamayacağı
gerçeği, kimilerinin hoşuna gitmeyebilir, dahası öfkeleri de
kabartabilir. Ama yedi iklime çıkar ve yedi iklimde Hz. Muhammed’i
sorar ve ararsanız, en sonunda hakikat düzleminde elinizdeki
kitapta yazılanları bulabilirsiniz. Beyaz ya da kara derili, esmer
ya da sarışın, kara gözlü ya da mavi gözlü, belki de ala gözlü, Hz.
Muhammed’in değerini sizinle paylaşanlar, her dinin ayrı
tanımladığı müminler değil, fakat bütün insanlığın ortak
tanımladığı hakikat erenleridir.
Yunus Emre, dört kitabın manasının peşinden koştuktan sonra şu
saptamada bulunuyor:
“Sen sana ne sanırsan
Ayruga da onu san
Dört kitabın mânâsı
Budur eğer var ise.”
En sonunda bulunan mânâ, bütün imanların ortak mânâsıdır. Hz.
Muhammed’in mânâsı da ancak evrende geçerli olan, bütün insanlık
katında kanıtlanan mânâ olabilir. Bunun dışındaki bütün anlamlar,
özneldir, nesnel değildir.
TARİHİN İÇİNDE ANLAMAK
Hz. Muhammed ve İslâmiyet üzerine elli yıldır okuyorum ve zaman
zaman da yazdım. 1960’lardan bu yana O büyük devrimciyi tarihin
içinde anlamaya çalıştım. Kitapta okuyacağınız tezler yeni şeyler
değildir. Yarım yüzyıldır yazdıklarımla O’nun Medeniyet
Devrimciliğini işledim.