Geçen gün televizyonda ekonomiden sorumlu ama yetkisiz Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’i izledim. Keyifsiz bir ruh haleti içinde olduğu her halinden belliydi. Sıkıntısı vardı. Moralsizdi. Nasıl olmasın ki. Daha üç gün önce (gerçi sonradan tevil edildi ama) Cumhurbaşkanı, bakanlara “iş adamlarının yurt dışına servet transferlerine izin vermemeleri” talimatı vermişti. Bu, Mehmet Şimşek’in dünyaya vermeye hazırlandığı mesajın tam tersiydi. Acaba “her şeyi bırakıp bu diyarlardan gideyim” diye düşünmüş müdür? Neyse. Konuşmasının amacı, asabı bozulan piyasaları sakinleştirmekti. Özellikle sıcak para akışının aksamasına engel olmak istiyordu. Amerika’da görülen “Türkiye’nin İran’a uygulanan ambargoyu delme” davasında, sadece tek bir kamu bankasının adının geçtiğini söyledi. Eğer bu banka ceza yerse, devlet onu yalnız bırakmayacaktır dedi. TÜRK PARASININ KIYMETİNİ “ZORLA” KORUMA GELENEĞİ Şimşek, milli gelirinin yarısından fazla “net dış yükümlülüğü” bulunan Türkiye’nin dış borçlarının önemsiz (?) olduğunu ispatlamak için alakasız bir sürü sayı ve oran verdi. Sonunda ağzından baklayı çıkardı. KOBİ’lerin dövizle borçlanması yasaklanacaktı. Sırası geldikçe tekrarlıyorum. Türkiye’de halen “Türk Parasının Kıymetini Koruma” (mevzuatı hafiflemiş olmasına rağmen) geleneği devam ediyor. Özal’dan (1980) önce TL’nin değeri yasalarla yani yasaklarla korunurdu. Özal tarafından “ne kadar enflasyon-o kadar devalüasyon” kuralı uygulandı. İkisi birbirini azdırdı. Enflasyon da devalüasyon da zıvanadan çıktı. 1999’da IMF’nin emriyle kur çıpasına geçildi. Ülke 2001’de feci bir krize girdi. Krizden sonra “TL’nin kıymetini koruma” politikasına geri dönüldü. Dış şartlar el verdiği için sıcak para çeken “yüksek faiz” sayesinde TL değerlendi ve enflasyon düştü. Ama bu sefer cari açık patladı ve “finansal istikrar” bozuldu. Devalü...