Zaman zaman bu köşede iktisat dışında gibi duran mesela dinsel konulara giriyorum. Giriyorum çünkü okurlarımın, benim bu konularda ne düşündüğümü bilmelerini istiyorum. Ama daha önemlisi din konusunun iktisadın kapsamı içinde olduğuna inanıyorum. Nitekim büyük toplum bilimcisi Alman filozof Max Weber’in (1864-1920) en ünlü eserinin adı “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu”dur. İslam’ın, iktisaden geri kalmışlığın sebepleri arasında olduğu, genel kabul görmüş önermelerden biridir. Ayrıca Müslümanlar da “yaşayan” İslam’dan memnun değildir. Bir yenilenme, bir değişim hatta Hristiyanlık’ta olana benzer bir reform ihtiyacından bahsedilmektedir. Diğer yandan Hristiyanlar (papazlı, kiliseli) “örgütlü dinden” hızla uzaklaşıyorlar. Belki de İslam’da bu süreç daha hızlı cereyan edecektir. Sayıları az da olsa imam hatip öğrencilerinin bir kısmının “Deizim” (Tanrıcılık) fikrine sıcak baktıklarını duyuyoruz. BİR DİNİN İÇİNDE KALARAK TANRIYA VARMAK Sadece İslam değil Hristiyan din adamları da çok çetin, temel bir soru ile karşı karşıyadır. Dinin içinde kalarak, tanrıya ulaşmak kabil midir? Mesela hem Tanrı’nın İsa’nın babası olduğuna inanmak, hem de 5000 yıllık Çin medeniyetinde tanrının nerede durduğunu anlamak mümkün müdür? Burada kasten Allah değil Tanrı sözcüğünü kullanıyorum. Çünkü Allah sözcüğünün açılımı “O Tanrı”dır. (Al İlah yani İngilizce tercümesine göre The God.) Böyle olunca nasıl İsa’nın babası, Hristiyanların tanrısı oluyorsa, Allah da sadece Müslümanların tanrısı olmuş oluyor. Hâlbuki tanrı varsa “o” hiçbir dinin malı veya hamisi olamaz. O, Budistlerin de, Hinduların da, Yahudilerin de, Zerdüştlerin de Hristiyanların da, dinsizlerin hatta tanrı tanımazların da Tanrı’sıdır. Aksine inanmak, Tanrı’nın hâkimiyet alanını daraltmak hatta onun yüce varlığından şüphe etmek olur. ÖNCE İLAHİYAT SONRA DİYANET Dünya üniversitelerine kıyasen...