Yaklaşık 30 yıl önce İstanbul’da 6 milyon kişi yaşıyordu. 17500 kadar taksi plakası vardı. Bugün İstanbul’un nüfusu 15 milyon oldu. Hâlâ aynı sayıda ruhsatlı taksi var. Ekonomik hareketliliğin nüfustan da hızlı arttığı hesaba katılırsa, ruhsatlı taksi sayısının İstanbul için son derce yetersiz kaldığı anlaşılır. Uzunca bir süre önce İstanbul Ulaşım’ı ziyaret etmiştim. Burada, şehir içi ulaşım sorunlarına hâkim çok değerli elemanlarla tanışmıştım. Hatta benim çok inandığım ve sıkça tekrar ettiğim “kentsel planlama, ulaşım planlamasıdır” ilkesini tartışmıştık. Bu durumda aklıma şu soru geliyor. Acaba bu uzman arkadaşlar ve koskoca İstanbul’u yönetenler, niçin hâlâ ruhsatlı taksi sayısını bu kadar düşük tutuyor? Yoksa bu donukluğun gerisinde de “rant avcılarının kavgası” mı yatıyor?
KITLIK RANT YARATIR
“Rant” aslında kira demektir. Kira, bir üretim aracını kullanmanın zaman değeridir. Bu üretim aracına sahip olan kişi, hiç emek sarf etmeden, sırf bu aracın sahibi olduğu için “kira geliri” elde eder. Ciddi mülkü olanların da ciddi miktarda geliri olur. Bu sebeple çalışmadan iyi yaşayanlara “rantiye” denir. Üretim araçları, tarla, han, hamam, otel, fabrika, gemi vs. gibi “gerçek/fiziksel” varlıklar olabileceği gibi, devletin veya belediyelerin aldığı arz kısıtlamalarından “sanal varlık” mülkiyeti de olabilir. Mesela batmış bir bankanın “bankacılık lisansı”, eğer devlet yeni lisans vermiyorsa, 40-50 milyon dolar eder. Hakeza “taksi plakası” denen nesne de araç hurdaya çıksa bile birkaç milyon lira eder. Bunlar “yapay kıtlığın yarattığı” hava-cıva mülkiyetlerdir. Bir taksi plakası, sahibine hiç çalışmadan ayda 3-5 bin lira gelir getirir. Bir taksinin yarattığı gerçek katma değer, şoförün emeği ile aracın eskime payının toplamıdır. Plaka sahibinin aldığı para ise ranttır.