İstanbul’un yeni havalimanı yarın ufaktan açılıyor. Açılma, yani
bu tesisin tam anlamıyla devreye alınması en az bir yıl, hatta daha
uzun sürebilir. Bildiğiniz gibi bu havalimanının yapılmasına
birinci günden itibaren karşı çıktım. Niye karşı olduğumu
gerekçeleriyle açıkladım.
Ümitsiz bir şekilde bu projeden vazgeçilip, o arazinin hazır
düzeltilmeye başlanmışken bir “Milli Park Ormanı”
olmasını hayal ettim. Tabii böyle bir şey olmadı. Nenemin tabiriyle
bu havalimanı “doğdu bir kere, boğmaya gelmez”.
Hayırlı olsun.
Bu havalimanı Türk ekonomisi için bir “kara
delik”tir. Yani yarattığı katma değerden fazlasını yutacak
ve yok edecektir. Diğer bir deyişle, Türkiye’nin net milli geliri,
bu tesis hiç yapılmamış olsaydı, yıllar boyunca daha büyük
olacaktı. İspatı aşağıdadır.
SENARYO ANALİZİNE DAYALI BİR KIYASLAMA
Bir an için şöyle bir senaryoyu beyninizde canlandırmaya
çalışın. Bu havalimanı, söylendiği gibi “üçüncü”
olarak ve “Yap-İşlet-Devret” finansman modeliyle
hizmet sunmaktadır. Yani birinci havalimanı Yeşilköy-Atatürk ile
ikinci havalimanı Sabiha Gökçen faaliyete devam etmektedir. Bu
havalimanları da kendilerini geliştirmekte ve kapasitelerini
artırmaktadır. Uçak şirketleri de bu üç havalimanından
istediklerine inip kalkmakta, uçak yolcuları da istedikleri
havalimanından uçmakta serbesttir. Yani âdil bir rekabet ortamı
vardır. Havayollarına ve yolcularına hizmet sunan bu üç havalimanı,
verdikleri servisi maliyetlerine ve ürün kalitesine göre
fiyatlandırmaktadır.
Soru: Böyle bir rekabet ortamında bu “üçüncü” havalimanının kendi
ayakları üstünde durması mümkün müdür? Kesinlikle değildir.
Zaten şartlar böyle konsaydı, bu havalimanını, kendi parasıyla
“Yap-İşlet-Devret” modeline göre yapacak babayiğit
çıkmazdı. Hiçbir banka da bu projeye bir kuruş kredi açmazdı. Demek
ki, üçüncü havalimanı asalak bir yatırımdır. Başkasının kanını
emmeden yaşayamaz.