Öküz (dişisine inek deniyor) bu; ne zaman sindirim sistemi tahliye emri verirse oraya sçr. Oranın nadide ipek halılarla kaplı bir saray salonu veya bir hastanenin acil giriş kapısı veya bir cami avlusu olması fark etmez. Sıkışmışsa, oranın içine eder. Öküzün, medeni yaşamın temel kuralı olan “üçüncü şahısların” yani “kendisini tanımayan veya kendisinin tanımadığı” kimselerin haklarına saygılı olmak gibi bir kaygısı yoktur. Her hayvan gibi o da tam bir bencildir. Eğer inekse, belli bir süre yavruları için fedakârlıkta bulunur. Öküz ise onu da yapmaz. En iyi otu yer, en kolay yere sçr.
BİZ ÇALILARIN ARKASINA GİDİYORUZ
ODTÜ’de mimarlık eğitimi alan bir arkadaşım vardı. Antika bir çocuktu. Gerçi daha sonra okuyup mimar oldu ama 1961’de üçüncü sınıfa geçmeden “Yedek Subay Öğretmen” olmak için okulu bırakmıştı. Bir yıl sonra İstanbul’da buluştuk. Askerliği bitmişti. Ben onun yedek subay öğretmenlik maceralarını dinlemek için sabırsızlanıyordum. Kendisine “Bana ilk gününü anlat” dedim. Ücra bir köye tayini çıkmış. Muhtar onu karşılamış. Okul denilen bina, iki kapalı mekândan ibaretmiş. Biri dershane, diğeri öğretmen evi denen bir odaymış. Köye geç saatte vardığı için hemen yatıp, uyumuş. Sabah kalkınca dışarı çıkıp helâyı aramaya başlamış ve bulamamış. Tam o sırada elinde ibrikle muhtarın geçtiğini görmüş. “Muhtar! Helâ nerede diye seslenmiş.” Muhtar da “Biz çalıların arkasına gidiyoruz; ama sen hocasın, istediğin yere yapabilirsin” demiş.