Demokrasilerde seçim; seçmenin, haklıyı-haksızdan, doğruyu-yanlıştan ayırması değildir. Seçim, liyakat değerlemesi de değildir. Zaten seçmen de “jüri üyesi” değildir. Seçim, kendini seçmektir. Seçmenin, söylemiyle, eylemiyle, dünya görüşüyle kendisine en çok benzeyeni seçmesidir. Seçimde, mevcut adaylar veya partiler arasından biri seçilir. Mükemmel bir adayın ortaya çıkması beklenmez. Çünkü öyle biri yoktur. Seçilmek, görevlendirilmektir. En çok oyu almak “bu işi rakibimden daha iyi yaparım” iddiasına, seçmeni ikna edebilmiş olmaktır. Seçim; üstün, astını tayin ettiği bir “nasp” (atama) değil, astın üstünü belirlediği bir “intihap” tır.
ERDOĞAN VE İNCE AYNI GÖREVE TALİP DEĞİLDİ
Geçen pazar günü iki seçim yapıldı. Birincisi “başkan”, ikincisi “milletvekili” seçimiydi. T.C. halkı, parlamenter sistemden, başkanlık sitemine geçmeye daha önce yapılan bir halk oylamasıyla karar vermişti. Bu genel seçimde hem vekilini hem de başkanını seçti. Başkanlık sistemini halka kabul ettiren Erdoğan, ülkenin “CEO”su (Baş İcracı) oldu. Kendisi zaten uzun bir süredir ülkeyi bu şekilde yönetiyordu. Böyle bakılınca ortada değişen bir şey yoktur. Eğer Muharrem İnce seçilseydi, kendisi bu görevi Erdoğan gibi yürütmeyecekti. Kısa zamanda bir anayasa değişikliği yaparak meclisten güvenoyu alacak bir milletvekiline “başbakanlığı” devredecekti. Diğer bir değişle Erdoğan ve İnce aynı göreve talip değildi. Erdoğan’ın seçilmesi aynı zamanda başkanlık sisteminin tekrar onaylanması demektir. Seçmenin % 52,4 oyla “Cumhurbaşkanı” seçtiği Erdoğan’ın başında olduğu partiye aynı seçmen sadece % 42,5 oy verdi. Çok açık ki; Erdoğan’ın ilk turda cumhurbaşkanı seçilmesi MHP’nin oylarıyla gerçekleşmiştir.