Katıldığım birçok toplantıda “Ekonomi mi siyaseti, yoksa siyaset mi ekonomiyi daha çok etkiler” konusu tartışılmıştır. Çoğunluk, ekonominin siyaseti belirlediği kanaatinde iken ben, siyasetin ekonomiyi daha çok etkilediğini savunmuşumdur. Sürekli cari açık veren ve kabaca 500 milyar dolara yaklaşan net dış borç stokunun yüzde 40’ını her sene yenilemek zorunda olan Türkiye bir “mali kriz fay hattı” üzerindedir. Ama işin içine siyaset girmediği sürece bu yıl deprem beklemiyordum. Lakin işin içine “siyaset” girdi. Piyasamız allak bullak oldu… Türk ekonomisinde köklü bir düzeltme gerekiyordu. Özetle: “İhracatı teşvik ve ithalatı frenlemek” için döviz fiyatlarının, enflasyondan fazla artmasını sağlamak lazımdı. Bu ihtiyacı hükümet de görmüş ve “yüksek faiz-düşük kur” uygulamasından vazgeçip “düşük faiz-yüksek kur” yoluna geçmişti. Uygulanan rejim icabı, eskiden yapıldığı gibi, döviz fiyatlarını baskılamak için faiz yükseltme silahı kullanılmıyordu. Nitekim döviz fiyatları önemli oranda artmıştı. Ama bu yapısal dönüşümün bir bedeli olacaktı. İlk gerilim, çıkışta para kaybetmek istemeyen sıcak para yatırımcısının “Enflasyonu kontrol etmek istiyorsan, döviz fiyatlarını yüksek faizle baskıla” önerisini reddedip “Yüksek faiz enflasyonun sebebidir” diyen hükümet arasında çıktı. HALK, DEVALÜASYONUN ACISINI BİR SÜRE SONRA HİSSEDER “Dış-borç-kolik” bir ülkede (Türkiye diye okuyun) iktisadi kriz, döviz girişleri durunca başlar. Aynen bünyesi alkole alışmış bağımlının alkol alamayınca krize girmesi gibi, her ay belli miktar taze dolar girişi sağlayamayan Türkiye, kasılmaya ve titremeye başlıyor. Bu arazlar önce işadamları ve bankacılarda ortaya çıkar. Çünkü onlar, döviz borçlusudur. Sıradan vatandaşın döviz krizinden etkilenmesi fiyatlar artmaya başlayınca başlayacaktır. Ülkemizde “Yüzde 10 devalüasyo...