Nasrettin Hoca bir gün tavşan avlamış. Derisini yüzüp, içini temizlemiş. Eve götürüp hanımına, şunu pişir suyuna da çorba yap demiş. İşe giderken bir arkadaşına rastlamış “Bu akşam, bizde tavşan suyuna çorba var, gelirsen birlikte içeriz” demiş. Arkadaşı da “Olur hocam gelirim” diye cevaplamış. Hoca işten eve dönünce, hazırlıklı olması için hanımına “Bir arkadaşımı yemeğe davet ettim, sofraya bir tas daha koy” deyince, hanımı da “Ben de komşuları çağırmıştım, biraz kalabalık olacağız, sadece masaya ilave tas koymak değil, çorbaya da su katmak gerekecek” diye sızlanmış. Biraz sonra komşular, daha sonra da Hoca’nın davet ettiği arkadaşı üç kişi ile birlikte zuhur etmiş. Hoca hiç tanımadığı üç kişiye, siz de hoş geldiniz derken, kalabalığı gören arkadaşı, mahcup bir tavırla, ben de bir arkadaşıma söylemiştim, o da kendi arkadaşına, o da onun arkadaşına söylemiş, kusura bakma dört kişi geldik demiş. Hep birlikte sofraya oturulmuş. Herkesin önündeki kâseye Hoca’nın hanımı birer kepçe çorba koymuş. Çorbayı tadan, yüzünü buruşturmuş. Misafirin misafirinin misafiri “Bu ne biçim tavşan çorbası...