Hemen hemen her pazar, Asaf (Asaf Savaş Akat) ile telefonda konuşur ve haftanın ekonomik değerlendirmesini yaparız. Geçen haftaki konuşma başlıklarından biri de AKP’nin “dış ticareti TL ile yapma” işine kafayı takmasıydı. Bu modele göre Türk firmaları, parası döviz olmayan ülkelerden yapacağı ithalatın bedelini TL veya onların ulusal parasıyla ödeyebilecektir. Hakeza o ülkeler de, Türkiye’den yapacakları ithalatın bedelini TL veya kendi ulusal paralarıyla ödeyebilecektir. Bu suretle parası döviz olmayan gariban ülkelerle yapılacak dış ticarette “döviz bulma” zorunluluğu ortadan kalkacak, dolayısıyla dış ticaret hacmi artacaktır. Peki, engel neredeydi? Bu işleri yapmak serbesttir dense iş hallolacak mıydı? Niçin bunun için mutlaka “takas” veya “clearing” anlaşması yapmak gerekiyordu? Şeytan bunun nesrindeydi? Asaf, galiba “Rezerv para” kavramı anlaşılmıyor dedi. Şeytan tam da buradaydı. TL VEYA YEREL PARA BİRİMLERİYLE DIŞ TİCARET 1979 yılında ülkenin döviz durumu tam bir felaketti. Doların bir resmi, bir de karaborsa fiyatı vardı. Benzin karneyle veriliyordu. İthalat ve sair sebeple yurt dışına yapılacak ödemelerin hepsi Merkez Bankası’ndan geçiyordu. Havalelerde 18 aya varan gecikmeler oluyordu. Bu yüzden “mal mukabili” diye dünyada mevcut olmayan bir “gümrükten mal çekme” sistemi icat edilmişti. Aslında olay şöyle cereyan ediyordu. İthalatı yapan firmaların bir kısmı, karaborsadan aldığı dövizle yabancı satıcıya parasını ödüyor; ayrıca akreditifin TL karşılığını Merkez Bankası’na yatırıp transfer sırasına giriyordu. O günlerde ben de şirket yöneticisiydim. Kendisinden makine ithal ettiğimiz bir Alman firmasının müdürü, parasını almadığı için dertliydi. Bana “Bize olan borcunuzu madem DM (Alman Markı) olarak ödeyemiyorsunuz, bari TL olarak ödeyin” dedi. Yasal olarak bu mümkün değildi. Ama merakımdan sordum. Eline ge...