Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beştepe’den yani devletin en tepesinden “Biz bu reformları AB dayattığı için değil, milletimizin ihtiyacı olduğu için hayata geçiriyoruz” sözleriyle açıkladığı ‘Yargı Reformu Strateji Belgesi’nin hukuk devletinin güçlendirilmesi, hak ve özgürlüklerin korunup geliştirilmesi, etkin bir adalet sisteminin oluşturulması gibi olumlu hükümler içermesine rağmen beni heyecanlandırmadığını söyleyebilirim.
Sayın Erdoğan’ın AB’nin birkaç gün önce yayınladığı “Türkiye’de ifade özgürlüğü, yargı bağımsızlığı gibi konularda ciddi kötüleşme var” raporunun akabinde açıkladığı yargı reformu konusunda “AB dayattığı için değil” demesini tabanını rahatlatmak amacıyla siyaseten söylenmiş bir söz olarak görmüyorum.
Çünkü, bir ülkenin “adalet”, “hukuk”, “demokrasi”, “temel hak ve özgürlükler” gibi alanlardaki sorunlarını “dışarıdan dayatmalarla” çözüme kavuşturması mümkün değildir.
Bir ülkede demokrasinin geçerli olması, hukukun üstünlüğü ilkesinin hâkim olması, temel hak ve özgürlük alanlarının genişlemesi ve adaletin tesis edilmesi ancak bu kavramların içselleştirilmesiyle, hazmedilmesiyle ve bu kavramlara gerçek anlamda inanılması ve talep edilmesiyle mümkün olabilir. Yoksa dışarıdan dayatmalarla bir adım ileri, üç adım geri gider geliriz. Altmış yıldır devam eden bir demokrasi serüvenini nasıl açıklayabiliriz?