Sevgili okurlarım, Bekir benim can dostum, çok sevdiğim yol ve kader arkadaşım. Onunla nice olayları birlikte yaşadık, nicelerini paylaştık.
Hürriyet’ten kovulmuştum. Bekir’e de gıcık kapıyorlardı ama dokunmamışlardı.
Benim ardımdan bir yazı yazdı. Başlığı “Kürek Mahkûmları.”
Benim olayımı anlatıyor, çalıştığı gazeteyi yerin dibine sokuyordu. Birkaç cümlesini örnek vereyim:
“Biz bir kayıktaydık. Kürek arkadaşımı dalgalar aldı… Emin Çölaşan artık yok. Ne yapmalıyım, bırakmalı mıyım kürekleri, ya da tek başıma kalsam bile çekmeli miyim?..”
* * *
Yazısını İstanbul’a geçince Ertuğrul Özkök paniklemiş, hemen telefona sarılıp “Emin’in adını çıkarmazsan ben bu yazıyı gazeteye koyamam, kusura bakma” demişti.
Bekir’in yanıtı kısaydı:
“Madem koyamazsın, beni de istifa etmiş bil.”
Ertuğrul bu resti görememiş, patronuna birkaç kez danışmış ve en sonunda elleri titreyerek aynen kullanmaya karar vermişlerdi.