Sevgili okurlarım, Türkiye Cumhuriyeti aslında bir devrimler ülkesidir. 1920’li ve 1930’lu yıllarda, Atatürk döneminde gerçekleşen devrimler gerçekten muhteşemdir, her birinin ayrı öyküsü vardır.
Bunlara kısaca göz atalım:
Saltanatın kaldırılması ve son padişah Vahdettin’in İngiliz zırhlısına binip Avrupa’ya kaçması (1922.)
Cumhuriyet’in ilanı (1923.)
Halifeliğin kaldırılması (1924.)
Aynı gün Şeriye ve Evkaf Bakanlığı’nın kaldırılıp Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması.
Aynı gün Tevhidi Tedrisat (Eğitim Birliği) Yasası’nın kabulü.
Şapka ve Kıyafet Devrimi (1925.)
Tekke ve zaviyelerin kapatılması (1925.)
Medeni Kanun (1926.)
Harf ve Yazı Devrimi (1 Kasım 1928…)
Sonrasında da devrimler birbirini izliyor.
Takvim, saat ve ölçüler değişiyor. Kadın hakları getiriliyor ve 1934 yılında Soyadı Kanunu çıkıyor.
Bu devrimlerin her biri muhteşemdir, o dönem İslam aleminde akıl alacak işler değildir ve Atatürk’ün ülkemize armağanlarıdır…
Ve bütün devrimler, sonraki yıllarda ülkemizin başına çöreklenen gerici iktidarların boy hedefi olmuştur.
Bugün de (ne yazık ki) böyle.
* * *
Bu yazımın konusu Harf Devrimi… O devrimin “Suriyeliler var” gibi komik gerekçelerle yok sayılmasının kısa öyküsü!
Harf ve Yazı Devrimi’yle milletimizin başına bela olan Arap harfleri kaldırıldı, 29 harfli Latin Alfabesi kabul edildi.
Atatürk meşhur Sarayburnu konuşmasında şöyle demişti, hepsi doğruydu:
“Güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel, ahenkli ve zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüz yıllardan bu yana kafalarımızı demir çerçeve içinde tuttuk. Anlaşılmayan ve anlamadığımız bu işaretlerden kendimizi kurtarmak zorundayız.
Bir milletin yüzde 10’u ancak okuma yazma biliyor ve yüzde 90’ı bilmiyorsa, insanların bundan utanması gerek.”