Sevgili okurlarım, önce yakın geçmişe kısa bir yolculuğa çıkıp
belleğimizi yeniden tazeleyelim.
Yıl 1991.
Zonguldak'ta 48 bin maden işçisi grevde.
Çoğu ekmeğini yerin altında ve en zor koşullarda kazanan fakir
fukara emekçilerden oluşuyor.
O sırada ANAP iktidarda. Başbakan Yıldırım Akbulut, Cumhurbaşkanı
Turgut Özal.
İşçilerin derdi biraz daha yüksek ücret ve yerin altındaki
ocaklarda çalışma koşullarının düzeltilmesi.
Hükümetin zam yapmaya niyeti yok. Uzlaşma sağlanamıyor ve on
binlerce işçinin karşısına hep aynı gerekçe çıkarılıyor:
“Bu kadar zam verirsek işletme zarar eder!..”
İşçiler greve gidiyor. Grevi örgütleyen Genel Maden İş Sendikası.
Başkanı efsane bir işçi lideri olan rahmetli Şemsi Denizer.
* * *
Uzlaşma olmayınca, grevin 36. günü sendika bir karar alıyor:
Zonguldak'tan Ankara'ya yürünecek.
48 bin işçinin katıldığı büyük yürüyüş 4 Ocak 1991 günü
başlıyor.
Aileleri, yakınları ve çevre illerden gelen destekçilerin de
katılmasıyla büyük yürüyüşe geçenlerin sayısı 100 bin kişiye
ulaşıyor.
Yürüyüşün sloganı da var:
“Ölüm olsa da sonumuz, Ankara'dır yolumuz.”
Yürüyüş beş gün sürüyor, sonrasında yollar jandarma tarafından
kesiliyor. Bir sürü olaylar çıkıyor ve büyük kitleler Mengen'den
Zonguldak'a dönmek zorunda kalıyor.
Cumhuriyet tarihinin en büyük yürüyüşü idi.
Tam da bu aşamada, 16 Ocak 1991 gecesi ABD, Irak'a saldırdı. Bu
bahaneye sığınan hükümet savaş durumu gerekçesiyle ülkedeki bütün
grevleri 60 gün süreyle erteledi.
* * *
Hayatımda iki kez kömür madenine indim. Zonguldak ve
Amasra'da…
Oraları gördükten sonra kendi kendime bir karara vardım:
“Yerin altında çalışan maden işçileri, dünyanın en helâl parasını
kazanmaktadır. Onlara ne verseniz azdır.”
Yerin ve denizin yüzlerce metre altında, canları pahasına kazma
kürek sallayıp kara altını dışarıya çıkaran işçiler…
O karanlık ve daracık ortamlarda yarı aç yarı tok ter döken
emekçiler…