Sevgili okurlarım, hükümet yüz yıldan fazla geçmişi olan
GATA'ya her şeyi ile el koyup Sağlık Bakanlığı'na devretti.
Haydarpaşa hastanesinin adını da “Sultan Abdülhamit” olarak
değiştirdi.
Askeri kurallar bir yana bırakıldı, barışta ve savaşta
Mehmetçiğin canı sivil sektöre devredildi!
Emekli Tümgeneral Doğu Silahçıoğlu'nun ismini İstanbul'un
gerici yuvası Sultanbeyli'ye diktirdiği Atatürk heykeli ile
anımsayacaksınız.
Doğu Paşa'dan aldığım şu mektubu size aktarıyorum.
Bilmediğimiz gerçekleri ne güzel anlatmış.
* * *
“Sayın Çölaşan, köşenizde yer alan yazılarınızın içinde,
diğerleri gibi GATA ile ilgili değerlendirmelerinizi de ilgiyle
izliyorum.
GATA'nın ve asker hastanelerinin Sağlık Bakanlığı'na
devredilmesiyle ilgili ortaya çıkabilecek sorunları baştan beri
geniş boyutlarıyla ortaya koydunuz.
Ben ise geçmişte “Sahra Sıhhıye Okulu ve Eğitim
Merkezi Komutanı” olarak görev yapmış eski bir asker
olarak yalnızca vicdani bir sorumluluğu yerine getirmek ve üzerinde
daha da önemle durulması gereken “Muharebe Sahasında Sıhhi Hizmet
Desteğine” değinmek istiyorum.
“Muharebe Sahası” iki ordunun maddi manevi tüm güçleriyle karşı
karşıya olduğu bir alandır. Silah, araç gereç, teçhizat, ikmal
maddesi (yiyecek, yakıt, mühimmat) orduların temel ihtiyacıdır.
Ne var ki muharebe sahasında en temel faktör, muharip unsur olan
askerdir. Onu başarıya götüren kuvvet ise mücadele azmidir. Asker
mücadele azmine sahip değilse silah, araç ve gerecin varlığı hiçbir
anlam ifade etmez. Muharebede mücadeleyi (buna “ölüm” de
diyebilirsiniz) göze almış bir askerden daha etkili bir silah
bugüne kadar keşfedilmemiştir. Ve zafer her zaman onun olmuştur.
Bunun da kaynağı askerin sahip olduğu üstün moral gücüdür.
Bu moral gücü muharebe etkinliğinin ölçülmesinde temel bir
katsayısıdır. Bu öyle bir katsayıdır ki, diğer tüm faktörlerin
etkinlik katsayısından daha fazladır.
* * *
Harp tarihi yeterli ve etkili derecede harp silah araç ve
gereçlerine sahip olduğu halde mücadele azmini kaybetmiş, moralini
yitirmiş orduların hazin sonlarıyla doludur.
Bunun en güzel örneği Büyük Önder Atatürk'ün
sevk ve idaresinde 26 Ağustos 1922'de başlayan Büyük
Taarruz'un sonunda komutanları ile birlikte teslim olan ve
bir kısmı da 9 Eylül 1922'de denize dökülen Yunan Ordusu'nun başına
gelen felakettir.