Sevgili okuyucularım çeşitli yazılarımda okumuşsunuzdur. İki gün önce sessiz sedasız, ezik bir biçimde veda eden, başka bir deyişle gıkını bile çıkaramadan Recep Tayyip tarafından tasfiye edilen Davutoğlu Ahmet'ten burada iki şekilde söz ederdim: İlki, sadrazam. İkincisi, stajyer başbakan. Şimdi o yazılarımdan alıntı yapsam ciltler dolar. Osmanlı'da sadrazam nedir? Padişahın kulu kölesidir. Onun mührünü koynunda taşır, günü geldiğinde kendisine ulaklar haber getirir: “Sultanımız mührünü istiyor.” Hiçbir kişiliği olmayan sadrazam besmele çekip mührü koynundan çıkarır, gelen çavuşlara teslim eder. Bundan sonra başına gelecekleri ise genelde bilmektedir: Kellesi kesilecektir. Kısacık bir örnek vereyim, Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 1683 yılında ikinci Viyana kuşatmasını yaptı, yenilgiye uğrayıp Belgrad'a kaçtı. Sığındığı eve iki gün sonra İstanbul'dan çavuşlar geldi ve “Padişahımız mührünü istiyor” dediler. Başına geleceğini anlamıştı. Namaz kılmak için izin istedi, kıldı ve yere yatırıldı… Oracıkta iple boğuldu. Sadrazam Davutoğlu Ahmet'in başına gelen de budur. Gerçi 21. yüzyılda olduğumuz için onun kellesi kılıçla kesilmedi, iple boğulmadı ama sonuç aynıdır. Bir saray emriyle makamdan şutlanmıştır.