Hala “Yüksek Seçim Kurulu” diyorlar. Kanun maddesinden, hukuktan bahsediyorlar. Bir “mühürsüz oy” söylemi tutturmuş gidiyorlar. İçlerinde “sözde hukukçular” da var. Bağırıp, çağırıp, ortalığı ayağa kaldırmaya çalışıyorlar.
Cahil bunlar, hem de alabildiğini cahil…
Hukukçu değilim, ama hukuku en az bunlar kadar bilirim. Sanırım, hepsini toplayıp bir hukuk dersi vermenin zamanı geldi.
Ben alkışlıyorum Yüksek Seçim Kurulu’nun aldığı kararı. Bu kararla, hem Roma Hukuku, hem Çağdaş Hukuk, hem yürürlükteki kanun, hem vicdan, hem de yüzyıllarca oluşturulan kadim değerler ne diyorsa, o yerine getirilmiştir.
Bu kararı eleştirmek için gerçekten zır cahil olmak gerekir!
***
Şimdi derse baştan başlayalım…
Kanunların bir “lafzı”, bir de “ruhu” vardır. “Lafzı” dediğimiz, görünen ve maddede yazılı olandır. “Ruhu” ise lafzın ilerisidir. Özdür, esastır ve ulaşılmak istenen hedeftir.
Hukukta bir karar alınırken, genel kural şudur:
“Kanunun ruhu ile bağdaşmayan bir sözel anlatım (lafz) kabul edilemez.”
Var mı buraya kadar bir itirazı olan? Olamaz, çünkü bu evrensel bir kuraldır. Bizim Yargıtay’ın da 27 Mart 1957’de aldığı bir “içtihadı birleştirme” kararı var. Bakın orada ne deniyor:
“Metne verilmesi gereken mana, hükmün kanuna konulmasıyla güdülen gayeye aykırı neticeler doğuracak olduğu takdirde, lafzından çıkan mana yerine, ruhundan çıkan manaya göre hüküm verilmesi gerekir.”
Demek ki, sadece kanun metnine bakmak yetmez. Bir karar verilirken, o metinle ne amaçlandığını da anlamak gerekir!