Yakın siyasi tarihimizin en önemli figürü ve döneminin son temsilcisiydi. Alparslan Türkeş, Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan’dan sonra Süleyman Demirel’i de kaybettik. Böylece bir dönem kapandı.
Çocukluğumun ve gençliğe geçiş yıllarımın Başbakanıydı Demirel.
12 Eylül 1980 Darbesi ile birlikte, bizim için sıkıntı, Süleyman
Demirel için de Zircirbozan’da mecburi ikamet günleri
başladı.
İlk karşılaşmamız 1982 Anayasası’nın halkoyuna sunulduğu gün
gerçekleşti. Henüz profesyonel gazeteciliğe geçememiş çömez bir
muhabirdim. İlginç bir tesadüf, Demirel oyunu Ankara’da benim mezun
olduğum Şehit Teğmen Kalmaz İlkokulu’nda kullanıyordu.
Yanına gittim, kendimi tanıttım, “Bir şeyler söylemek istemez
misiniz?” dedim…
Elini omzuma koyarak, “Sen bir şeyin farkında değilsin”
dedi:
-Ben konuşurum, çok şey de söylerim. Peki sen bunları yazabilecek
misin?
Doğruydu söyledikleri! O söylese ben yazamazdım. Ben yazsam da
akıbeti çöp olurdu. Yazdıklarım kullanılsa, onu yayımlayan dergi
kapanırdı. Çünkü Türkiye’yi Kenan Evren ve arkadaşlarının
oluşturduğu Milli Güvenlik Konseyi idare ediyordu. 1982 Anayasası,
işte böyle bir ortamda yüzde 92’nin üzerinde “evet” oyuyla kabul
edildi.
Demirel o kadar haklıydı ki, söylediklerinin gerçeğe dönüşünü
bizzat yaşadım. O dönemde Avni Özgürel ile birlikte çıkardığımız
Yeni Sözcü Dergisi, 27. sayısında Ankara Sıkıyönetim
Komutanlığı’nın bir bildirisiyle kapatıldı.