Şimdi, eğri oturup doğru konuşalım. Yıllardır bir tiyatro oynuyoruz. Aktörler değişiyor, ama oyun hep aynı. Kendimizi ve milleti kandırdığımıza mı bakalım, yoksa gereksiz tartışmalarla zaman kaybettiğimize mi yanalım? Kelimenin tam anlamıyla komik durumdayız vesselam.
Anayasa’dan bahsediyorum…
Bizim anayasamız, Türkiye gerçeklerine ve hayatın doğal akışına
ters. Adeta delinmek ve tartışmalar doğurmak için yapılmış! Buna
rağmen, yıllardır bir türlü değiştiremiyoruz.
Anayasa’nın 101. Maddesi’nin sonunda aynen şu ifade var:
“Cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisiyle ilişiği kesilir.”
“İlişik” kelimesinin anlamı belli: İlgi, bağlılık, ilişki ve
münasebet anlamına geliyor!
Peki mümkün mü bu? Olabilir mi? Olamayacağını bu güne kadarki bütün
tecrübeler ortaya koydu. Demek ki, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir
düzenlemeyi Anayasa’ya koymakla sonuç alınamıyor. Yapılacak
düzenlemelerin, gerçekçi ve hayatın doğal akışına uygun olması
gerekiyor.
Bu neye benziyor, biliyor musunuz?..
Bir anne için belli bir göreve geldiğinde, “çocuğuyla ilişkisini
keser” demeye! Olabilecek, hayata geçirilip, gerçekleştirilecek bir
düzenleme değil.
Ama duruyor orada. Durduğu için de sürekli deliniyor. Üstüne bir de
gereksiz tartışmalar ortaya çıkarıyor.
* * *
1924 Anayasası’nda yoktu böyle bir hüküm. Atatürk, hem devletin hem
de partinin başındaydı. CHP’de istediği düzenlemeyi yapıyordu. Yeri
geldi, İsmet İnönü’yü görevden bile aldı.
Sonra “Milli Şef” İsmet İnönü dönemi yaşandı. İnönü, Atatürk’ün
vefatı ile 11 Kasım 1938’de Cumhurbaşkanlığı’na, 26 Aralık 1938’de
de CHP’nin 1. Olağanüstü Kurultayı’nda “değişmez genel başkanlığa”
seçildi.
Atatürk de İnönü de partili cumhurbaşkanları idi.
Celal Bayar’ın durumu da farksızdı. 1946’da Demokrat Parti’yi
kurdu. 1950’de de Cumhurbaşkanı seçildi. Bayar’ın partisiyle
ilişkisi devam etti.
Sonra iki anayasa değişikliği oldu. Türkiye 1982’den sonra anayasa
tartışmaları ile yoluna devam ediyor. Tabii ki kan ve zaman
kaybederek, düşe kalka!