1970’li yıllarda bir Mahir ağabeyimiz vardı bizim. İri yarı, dev cüsseli, farklı bir şiveyle konuşan, babacan tavırlı bir adamdı. Mahallenin çocukları olarak çok severdik O’nu. En çok da sağ elinin durumu dikkatimizi çekerdi. Sadece başparmağını kullanabilirdi. Diğer parmakları hayli zedelenmiş ve birbirine yapışmıştı.
Büyüklerimiz, “işkenceden” derlerdi:
-Kerkük’te çok işkence görmüş. Canını zor kurtarmış, kaçıp Türkiye’ye gelmiş.
O yüzden çocukluk yıllarımda hep düşünürdüm “Kerkük nasıl bir yer?” diye! Gözümün önüne sürekli olarak zindanlar ve işkence yapılan karanlık mekanlar gelirdi.
Mahir Ağabey bir gün kayboldu. “Nerede” diye sorduk, “Hasrete dayanamadı, Kerkük’e gitti” dediler.
“Nasıl olur, insan işkence gördüğü yere gider mi?” diye düşünmüştüm! Gitmişti, çünkü orada bir mücadele vardı. Çünkü, arkadaşları BASS Rejimi ile boğuşurken, O’na Türkiye’de olmak ağır gelmişti.