“Gazetecilik, gazetecilik” diye bağırıyorlar ya, çok iyi bilirim o gazetecilik anlayışını. Hayli tecrübeli olduğum söylenebilir bu konuda. Çünkü, hayatım o zihniyetle mücadele ile geçti.
1960’lı ve 1970’li yıllarda “devrim” diye çıktılar ortaya…
“Devrim” ya da “Halk İhtilali” dedikleri de silahla yapılırdı. O yüzden silahlandılar. Üstelik, milli değildiler. Kimi Lenin, kimi Mao, kimisi de Enver Hoca hayranıydı. Onları örnek alıp Türkiye’ye ayar verme hayalleri içindeydiler.
Dev-Yol, Dev-Sol, THKP-C, TİKKO, Halkın Yolu, Halkın Kurtuluşu gibi onlarca fraksiyona ayrılsalar da, yoktu aslında birbirlerinden farkları. Hiç biri demokrasiye inanmıyordu. Hepsi silahlıydı. Tamamının beyni de, kalbi de dışarıya bağlıydı. Onlar için Moskova ya da Çin, Ankara’dan önemliydi.
Bugün Cumhuriyet Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmenliği koltuğunda oturan Can Dündar da o gelenekten geliyor.
* * *
Çok gerilere gitmeyelim, Gezi Olayları’ndan başlayalım. Gezi’de de 1980 öncesi pek çok örneğini gördüğümüz bir kalkışma teşebbüsü yaşandı. Kamu kurumlarına saldırıldı, Başbakanlık Ofisi hedef alındı.
Hatırlarsınız, onlara destek verenler arasında Can Dündar da vardı!
Sonra Almanya’nın Köln şehrinde Nazım Hikmet ve Uğur Mumcu’yu anmak için düzenlenen bir toplantıda ortaya çıktı. Aynen şu sözleri sarf etti:
-O gün Cumhuriyet Gazetesi’nde kimimiz elinde silah, kimimiz elinde sopalarla bekledik.
Neyi?
Paris’te Charlie Hebdo’ya yapılanın benzeri bir saldırıyı!
Hemen ardından da ekledi:
-Böyle bir ülkeden bahsediyoruz.