Şöyle geriye dönüp bakıyorum… Biz, neler yaşamışız, neler!..
Onları hatırladıkça ‘Ne çektik biz be” demekten kendimi
alamıyorum.
Oldum olası AB’nin Türkiye’ye yönelik dayatmaları, çifte
standartları ve Avrupa’daki Haçlı Kafasına tepki gösterdim ben.
Körü körüne ve ne pahasına olursa olsun Avrupa diyenlerden de hiç
haz etmedim.
Yıllardır yazıyorum bunları…
Bugün yazmak kolay, atış serbest. Ama bir de Avrupa’nın kutsandığı,
ne idüğü belirsiz değerlerinin yere göğe sığdırılamadığı dönemleri
düşünün! O dönemlerde kelaynak kuşları misali birkaç kişiydik ve
vebalı gibiydik.
Başbakan Mesut Yılmaz, sürekli olarak “Avrupa Treni’nin kaçacağı”
tehdidi ile korkutuyordu milleti. Aslında O’ndan pek farklı
olmayan, ama sürekli olarak “kayıkçı kavgası” yapan Tansu Çiller de
öne çıkmak için atağa geçiyordu. Sağ elinin işaret parmağını ileri
doğru uzatıp, sallayarak “Haydi Türkiye ileri” diyordu.
Her ikisi de Cennet vaat eder gibiydi bu millete.
Onlar adeta “Sirke baldan tatlıdır, Avrupa her şart altında
haklıdır” tavırları sergilerken, Avrupalılar da yakaladıkları
fırsatın gereğini yerine getiriyorlardı. Sömürge müfettişi edası
ile açıklamalar yapıp, hemen her konuda Türkiye’ye ayar vermeye
çalışıyorlardı.
Küçümsüyorlardı bizi!..
İnançlarımızdan vaz geçmemizi istiyorlardı!..
O günlerde de bugün yaptıkları gibi terörü ve teröristi
destekliyorlardı!..
Arada bunlara “hooop, bir dakika” diyenler çıkıyordu elbette. O
noktalarda bizim “şerefli Türk basını” devreye giriyordu. Ağır ve
acımasız saldırılar başlıyordu. O isimlerin itibarsızlaştırılmaları
için elden gelen yapılıyordu. Örnek mi istiyorsunuz? Rahmetli Ayvaz
Gökdemir, Türkiye’ye karşı çirkin tavırlar sergileyen Alman
Parlamanter Claudia Roth’a iki laf etti diye yerden yere vuruldu.
Kendi partisi DYP bile bu saldırılardan ürküp, sipere yattı.