Bugünü sayarsak üç, saymazsak iki günümüz var. Pazar günü sandığa gidiyor, oylarımızı kullanıyoruz.
Kim nasıl oy verir, o kendi kararı. Bizim gazeteci olarak
görevimiz, seçim öncesi olup bitenleri ortaya koymak. Vatandaşın
önüne bir pencere açmak.
Öncelikle altını çizelim, kritik bir dönemeçteyiz. Bu seçim son
derece önemli. Gerçek anlamda Türkiye’nin geleceğini
şekillendirecek. Seçimin kritik partisi de HDP.
Aslında HDP, daha düne kadar yüzde 10 barajını hayal olarak
görüyordu. AK Parti yetkilileri ile her görüşmelerinde yüzde 7 gibi
oranlar telaffuz ediyorlardı. Barajın hiç olmazsa o orana
çekilmesini istiyorlardı.
Sonra ne olduysa oldu, “tamam” dediler:
-Seçime bağımsız adaylarla değil, siyasi parti çatısı altında
giriyoruz.
Peki ne oldu? Bir anda HDP’ye bu cesaret nereden geldi? Selahattin
Demirtaş nasıl böyle bir çizgi değiştirdi?
* * *
Ne oldu bilemem ama HDP’ye bu cesaret Selahattin Demirtaş’ın ABD
gezisinden sonra geldi. Kendi oy oranını yüzde 7 olarak hesap eden
HDP, bir anda yüzde 10 riskini göze alabildi.
Demek ki, ciddi bir şeyler oldu!...
O “bir şeyler” de iyi kötü görülebiliyor artık.
ABD basını, açıktan HDP destekçiliğine soyundu. Uluslararası
ajanslar harekete geçirildi. New York Times gibi gazeteler
makaleler yayımladı. Hepsi el ele aynı mesajı vermeye
başladı:
“Kürt sorununun çözümünde HDP’nin Meclis’e girmesi mihenk taşı
olacak. Aksi takdirde çözüm süreci sıkıntıya girebilir ve Türkiye
karışabilir.”
Avrupa bu desteği daha da ileri götürdü. Batılı ülkelerdeki bazı
partilerin temsilcileri, Türkiye’ye gelip, HDP mitinglerinde boy
gösterdi.
Yetmedi, HDP’ye şirinlik makyajları yapılıp eline bir de Türk
Bayrağı verildi.
Oysa çözüm süreci asıl şimdi sıkıntıya girdi! Hatta ülkenin
bölünmesi için hesap yapanların elleri asıl şimdi
güçlendi.
* * *