Olay biraz karmaşık ama anlatmaya çalışayım... Kayseri'de yaşayan 'K' ailesi, komşuları 'Ç' ailesine bir mektup gönderiyor. Mektupta özetle şöyle diyorlar: "Bundan yedi yıl önce, kızınız evlenirken taktığımız çeyrek altını geri istiyoruz. Çünkü oğlumuz evlenmedi..." Bu talep ilk bakışta deli saçması görünebilir. Ancak, faraza Patagonyalı bir antropolog, Anadolu'daki gelenekleri bilmese dahi... Marcel Mauss'un Armağan adlı kitabını okumuşsa... (ki antropolog olduğuna göre okumuştur.) Olaydaki mantığı hemen kavrayacaktır. Çünkü burada anahtar kelime hediye, yani armağan...
Bazı atasözlerimiz gerçeği gözünden vururken, bazıları gerçeği bilmezden gelir. Mesela "Hediyenin büyüğü-küçüğü olmaz" sözü... Hepimiz biliyoruz ki hediyenin ucuzu-pahalısı, beğenileni-beğenilmeyeni, uygunu-uygunsuzu, abartılısı-mütevazısı, sempatiği-mütecavizi vardır.
Fransız antropolog Marcel Mauss'un, 'hediyeleşme' geleneklerini ve bunların ardındaki mantığı inceleyen Armağan Üzerine Deneme adlı dünya meşhuru kitabından beri, durumun böyle olduğunu bilimsel açıdan da apaçık biliyoruz.
'K' ailesi çeyrek altını yedi yıl sonra 'Ç' ailesinden geri isterken, hukuki açıdan haksız olabilir. Ancak gelenek ve görenekler açısından bu talebin bir mantığı var.
'K' ailesi mealen şöyle diyor:
Buradan ne anlıyoruz? Demek ki hediyeler gelişigüzel bir şekilde verilmiyor. Hediye verenler, fiyatından zamanlamasına, ince hesaplar yapıyor. Hediyeyle birlikte, yüklü miktarda 'beklenti' de karşı tarafa arz ediliyor.
Yani hediye, maddi ve manevi menfaat ve beklentilerin, cafcaflı bir ambalaja konulmuş şekli. Hediyenin mantığını anlamak üzere ilk harekete geçen sosyal bilimci Marcel Mauss olmuştu. Hoş ondan önce de antropologlar hediyenin kabilelerdeki önemine değinmişti. Ancak meseleyi sistemli hale getiren Mauss'tur.
1872 doğumlu Marcel Mauss'un ünlü makalesi, ilk olarak 1925'te Sosyoloji Yıllığı'nda (L'Année Sociologique) yayımlandı. Kitap halinde basılması ise 1950 yılını buldu. İngilizceye ise 1954'te çevrildi.
Aradan geçen 25 yıl, armağanın öneminin biraz geç anlaşıldığını gösteriyor. Buna karşılık etkisi hızla yayıldı. Claude Lévi- Strauss'tan Jacques Derrida'ya, Georges Bataille'dan Jean Baudrillard'a bilhassa Fransız sosyal bilimcileri ve felsefecileri, armağandan fevkalade yararlandılar.
Emil Durkheim, sosyoloji biliminin babası kabul edilir. Acaba Mauss'un hak ettiği üne geç kavuşmasının nedeni, büyük Durkheim'ın öğrencisi ve yeğeni olmasıydı mıydı?
Belki "Hocası varken, öğrencisini niye okuyalım" diyenler çıkmıştır. Bazıları da "Dayısı sayesinde bir yerlere geldi" diye düşünmüş olabilir.
Halbuki Mauss, hocasından farklı bir şey yapıyordu. Armağan, kah kapitalizm dışı, kah ona paralel bir ilişkiler sistemini anlatıyordu. Derinleşmiş bir işbölümü bulunmayan topluluklarda, hediyeleşme ve dolayısıyla dayanışma mekanizmaları tıkır tıkır işliyordu işte.
Kabilelerden söz etmemize bakarak olayın Papua Yeni Gine'de geçtiğini sanmayın. Girişte sözünü ettiğim Kayseri olayı, hediyeleşmenin modernleşen bir toplumda da gündemde olduğunun işareti:
Doğum var hediye, düğün var hediye... Anneler Günü armağanı, Babalar Günü armağanı, Sevgililer Günü armağanı... Doğum günü hediye al, evlilik yıldönümü hediye al... Ramazan Bayramı baklava götür, Kurban Bayramı et götür... Koleji kazandı hediye, üniversiteyi kazandı hediye...
Kölelik çoktan kalktığı için kocabaşlar artık birbirine 'gulam' (bende) hediye etmiyor. Ama göreceksiniz, 10 yıl içinde hediyeleşme envanterine aganigi yapan robotlar dahi girecektir.
Not: Bir öneri... Kültür Tarihimizde Çeyiz başlıklı kitabı da edinin. Çeyiz dendiğine bakmayın. Emine Gürsoy Naskali ile Aylin Koç'un derlemesinde hediye hakkında her türlü yazı var.
Örneğin, kızın evlenmesine karşı çıkan aile efradına, erkek tarafı 'ağız bağı' verirmiş. Hediye mi, rüşvet mi; ona da siz karar verin.