Ben artık bu tip abukluklarla pek ilgilenmiyorum.
Ancak kelimenin dolaşıma girmesi, herkes gibi bende de çağrışımlara yol açıyor.
Halvet kabini olana kadar, asansörün nice özelliği var. Mesela filmler...
Yıllar önce bir gece. Uykum kaçtı.
TV'nin karşısına geçtim. Yeni başlamış bir film... Tam zaplayacağım, asansör bir adamı öldürdü! Asansör hazretleri, kapısının iki kanadı arasına sıkıştırarak, adamın başını kopardı.
"Vay canına" deyip izlemeyi sürdürdüm.
Makine sürüyle can aldı. Geçen gün aradım.
1983 yapımı The Lift adlı Hollanda filmiymiş meğer.
Bir de bizde İdam Sehpası adıyla oynayan, 1958 yapımı Fransız filmi Ascenseur pour l'echafaud var. İyi filmdir ama esas güzellik Miles Davis'in müziklerindedir.
Hikayesi inanılmaz: Trompetçi Davis filmi özel gösterimde izler. Sonra hiçbir şeyden habersiz dört müzisyen arkadaşıyla stüdyoya gelir. Otelde hazırladığı birkaç motifi ellerine tutuşturur.
Film, ses stüdyosunun duvarında gösterilirken, beş sanatçı notasız, temasız, müzikleri oracıkta çalıverir. Ortaya 'cool' cazın en iyi albümlerinden biri çıkar.
Bizde de Mustafa Altıoklar'ın yönettiği, yabancı romandan uyarlama, 1999 yapımı Asansör vardır. Film değil ama başroldeki Mustafa Uğurlu'nun performansı beğenilmişti. Müzikleri Cem Karaca ve Demir Demirkan yapmıştı; şimdi bulup dinlemek zor.
Bu arada neyle karşılaştım biliyor musunuz?
Meğer dünyada asansör fanları varmış. İnternette bir araya gelmişler:
Bindikleri asansörleri videoya çekip YouTube'a koyuyorlar.
Aralarında bir de Türk var: Raul Deniz Altın adlı İstanbullu bir genç.
Kanalının adı: Turkish Elevators. Birkaç tanesini izledim boş boş mekanlar. İlgiyi sürdürmek için fetiş ruhu gerekiyor.