Meğer bu sayı, 100'den fazla ülkenin sahip olduğu büyük ve küçükbaş
stokundan fazlaymış.
İslamda koyun, keçi, deve ve sığır cinsi hayvanlar kurban
edilebiliyor. Dinin kuralları hayli ayrıntılı bu konuda... Mesela,
kulaksız veya kuyruksuz doğmuş ya da gözü kör olmuş bir hayvan
kurban edilemiyor.
Olay bize özgü değil. Dünyanın her yerinde, "Bunun eti yenir, şunun
et yenmez" şeklinde hem dini ve hem de din dışı kurallar var. "Ne
yiyorsan, osun" lafı boşuna söylenmemiş.
İşin ilginç tarafı, meyve ve sebzede öylesine keskin kurallar
bulunmuyor. Hepsi yenir; yeter ki zehirli olmasın. Belli ki
insanlığın mobilize proteinlerle ilgili kadim bir meselesi var.
Geçenlerde bir tartışmaya rastladım. Birisi kınayarak soruyor:
"Çinliler niye köpek eti yiyor?"
Bazıları savunmacı bir cevap vermiş: "Çinlilerin yüzde 99'u köpek
eti yemez. Asıl yiyenler Korelilerdir, gidin onlara sorun."
Bazı Çinliler ise geri adım atmamış: "Ne olmuş yedikse? Köpek eti
lezzetlidir, besleyicidir ve ucuzdur."
Bir başkası, "Batılılar bütün köpekleri yediğimizi sanıyor. Halbuki
evde beslediğimiz köpeğimizi değil, özel çiftliklerde eti için
beslenen köpekleri yeriz" diyor.
Olayın Çinlilerin üstüne yıkılmasında Yulin kentinde düzenlenen
Köpek Eti Festivali'nin etkisi büyük olsa gerek. Köpeklerin yanı
sıra kedileri de yiyorlar.
Aslında çok sayıda başka ülkede de köpek eti yeniyor. Mesela
Hawaii'de çocukları koruduğuna inandıkları 'poi' türü köpeği
yiyorlar... Hindistan'ın kuzeyinde, Kamerun'da, Gana'da, Nijerya'da
yeniyor. Endonezya'nın Müslüman olmayan kabilelerinde de yeniyor.
Daha sürüyle ülkede yenmekte; say say bitmez.
Öte yandan özellikle Avrupa'daki birçok ülke hem köpek öldürmeyi,
hem de etini yemeyi yasaklamış durumda. İngiltere'de filan şakasını
yapmak dahi tepkiye sebep oluyor.
Ancak zorunlulukları unutmayalım. Almanlar 1870-71 savaşında kenti
kuşattıklarında Parisliler köpek eti yemek zorunda kalmıştı. İkinci
Dünya Savaşı'nın kıtlık yıllarında bazı Belçika kasaplarının köpek
eti sattığı biliniyor. Denize düşen yılana sarılır durumu...
Yenilen ve yenilmeyen, kutsal olan ve olamayan etler konusu
derindir. Bir başka yazıda da maymunları, timsahları, atları ele
alırız.
***
Tıka basa sağlık
Biliyorsunuz hekimlerin reklam yapması yasaktır. "Azı dişinizi
sancısız çekerim" veya "Basurunuzu en iyi ben tedavi ederim"
diyemezler.
Ancak son yıllarda işin kolayını buldular. Bayram, yılbaşı, sömestr
tatili, kışa giriş, yaza giriş gibi dönemlerde bizi uyarmayı görev
edindiler.
Tatil mi yaklaşıyor? Profesör, doçent ve uzman doktorlardan mesaj
yağmaya başlıyor: "Şunu yapın, bunu yapmayın... Onu için, ötekini
ağzınıza koymayın."
Amaçları elbette doktorun ve çalıştığı özel hastanenin reklamını
yapmak... Verdikleri bilgi (çoğunlukla) doğru ve faydalı olduğu
için sesimizi çıkarmıyoruz.
Ancak bu kadar çok mesaj gelince insanın başı dönüyor. Mesela
meşhur bir doktor, geçenlerde yolcuları uyarıyordu: "Uçakta kendi
yastığınızı ve battaniyenizi kullanın!" Sen taşırsan neden olmasın
doktor efendi?
Bir başka doktor kurban etini bize zehir etmeye kararlıydı:
Kavurmayı 90 ila 120 gr yemeliymişiz. Hekim biraderim, şuradan
hassas bir terazi kap gel de dediğini yapalım.
Diş doktoru arkadaş bayram ziyaretlerine giderken yanımızda diş
fırçası ve macunu, şekersiz sakız, su, diş ipi ve ağız gargarası
taşımamızı öneriyor. Yani bayramlaşmak için gittiğiniz evin
banyosunu, diş temizleme atölyesine döndürmenizi istiyor.
Daha neler var neler. Söyleyin Allah aşkına, uyarıların böylesi,
insanı sağlık paranoyağı yapar mı, yapmaz mı?
Not: Bir hekim 'soda' içmemizi tavsiye etmiş.
Demek istediği 'maden suyu' olmasın?
***
Güngör Uras