Gelin bu yıl da törenin başka bir veçhesine bakalım: Cenaze
marşına... Atatürk'ün tabutu üç çift atın çektiği bir top
arabasının üstüne yerleştirilmişti. Dolmabahçe'den yola çıkan
araba, Sarayburnu'na doğru ilerliyordu. Mahşeri bir kalabalık
kaldırımlarda, evlerin damlarında, hıçkıra hıçkıra ağlayarak töreni
izliyordu.
Ağır ağır yürüyen kortejdeki merasim bandosu, Chopin'in iki
numaralı piyano sonatını çalıyordu. İşte bugün biraz bu parça
üzerinde durmak istiyorum. Çünkü niye bu parçanın çalındığını merak
edenler var.
Polonyalı besteci Chopin (Şopen) 1840'ta bir sonat bestelemişti.
İki numaralı sonatın üçüncü kısmına 'Cenaze Marşı' adı verilir.
(Not: Bir, bazen iki müzik aleti tarafından seslendirilen, şarkısı
olamayan besteye sonat deniyor.)
Fevkalade dokunaklı olup dinleyene ölümü hatırlatan bu parça, aynı
zamanda ağır ağır yürüme ritmindedir. Bu özellikleri sayesinde,
cenazelerde kullanılan diğer parçalar arasından sıyrılarak dünya
çapında tanınmıştır.
Beethoven'dan Wagner'e çok sayıda klasik müzik bestecisi,
cenazelerde çalınması için böyle parçalar bestelemişti. Bazı
parçalar ise ölüm günlerine sonradan yakıştırılmıştır.
Sadece klasikler de değil... Mesela rock grubu Pink Floyd'un 'Wish
you were here' albümünde böyle bir bölüm vardır. Caz ustası
piyanist Duke Ellington da 'Black and Tan Fantasy' adlı parçayı
bestelerken Chopin'in sonatından esinlenmişti.
Bizim kültürümüzde cenazede müzik çalınmaz. Ancak bazı durumlarda,
duaya ritmik bir biçim vermek gerekir. Örneğin cenaze törenini
TV'de haberleştirirken ne çalmalı? Tüyleri ürperten bestesiyle
'Allahümme salli ala' duası bu ihtiyacı karşılar.
Hem resmi bir tören olması, hem de dönemin aşırı laikçi siyasi
atmosferi nedeniyle, Atatürk'ün tabutu Cenaze Marşı ile taşınmıştı.
Zaten ne çalınırsa çalınsın, sevenleri onu dualarla yolcu
etmişti.
***
Ahlaki bir mesele
Durumu hemen kavradı ve gözlerinde şimşekler çakarak, "Sizin olsun"
deyip gitti.
İnternette dökümü var, hem de gazete kupürleriyle, fotoğraflarla.
Hepsini buraya almaya kalksam, sayfa yetmez: Adam futbolculuğundan
teknik direktörlüğüne, hep kavga çıkarmış, hep kabadayılık
taslamış, hep tehdit etmiş, hep kriz yaratmış, hep güçlü birilerine
sırtını dayayarak höt-zöt etmiş...
Atasözlerinin çoğu gerçeği anlatır. 'Can çıkar, huy çıkmaz' da
onlardan biri. 65 yaşına böyle davranarak gelmiş. Ölene kadar da
böyle olacak. Asla değişmeyecek.
Böyle bir kişiyle çalışmak ahlaki değerlerle ilgili bir konudur.
Eğer meşrebinize uygunsa, etiğin sizce bir anlamı yoksa, mideniz
kaldırıyorsa çalışırsınız tabii. Zaten yapanlar var.
***
Dikkat, hafıza aldatır
Leke çıkarmaktan pas çözmeye, pratik yemek tariflerinden mobilyayı
kolayca onarmaya, hayatın püf noktalarını öğrenmeyi çok severim.
Gözümüzde büyüttüğümüz bazı sorunların çözümü aslında ne de
kolaydır!
Geçen gün çok hoş bir tavsiye daha öğrendim: Deniyor ki poz
verilmiş fotoğraflarla yetinmeyin. Anne-babanızı mesela evde
çalışırken fotoğraflayın: Yemek yaparken, ortalığı toplarken,
avizeyi onarırken, arabayı yıkarken vb... Bu dünyadan
göçtüklerinde, o görüntüler, poz fotoğraflara kıyasla, size çok
daha fazla anıyı hatırlatacaktır.
Videoya çekmeyelim mi, diyeceksiniz. Çekin ama bilin ki videolar
hayal gücümüzü fotoğraflar kadar kamçılamaz. Öte yandan
sevdiklerinizin sesini de duymak istiyorsanız zaten videolarını
çekeceksiniz.
Unutmadan: Bu anıları uzun süre saklamak için mutlaka flash belleğe
filan kaydedin. Telefondan yanlışlıkla silinebilirler çünkü...
Hafıza aldatıcıdır. Bizimle oyun oynar. Olmamış olayları var gibi
gösterir. Modern teknoloji ile hafızaya 'haddi bil arkadaş'
deyin.
***