Bu aralar sık sık Hıncal Uluç'un kulaklarını çınlatıyorum. Çünkü
1990'lardan beri İstanbul'un trafik sorununu 'her fırsatta' dile
getiren odur. Ancak ne sürücülerin bencilliğinde azalma var, ne de
yetkililerin vurdumduymazlık katsayısında... Hatta durum daha da
kötüleşti.
Trafik dendiğinde, benim takıldığım konuların başında "gereksiz
korna çalmalar" geliyor. Yani tüm çalışların yüzde 99'u!
Geçen gün Kadıköy'e iniyorum. Dolmuşun şoförü en az 20 kere
gereksiz korna çaldı. Dayanamadım. Sakin bir sesle: "Bugüne kadar
sen korna çaldın diye, hareket eden bir araç oldu mu" dedim.
Yüzünde kocaman bir soru işareti belirdi. "Mesela müşteri almak
için durmuş olan bir taksi, sen korna çalınca, yolcuyu boş verip
devam etti mi?"
Şoför "Hiç öyle şey olur mu" diye mırıldanırken devam ettim:
"Feneryolu'ndan beri izliyorum: Çaldığın 20 kornanın biri dahi işe
yaramadı. Herkes bildiğini okudu. Bu kornalar, sadece yayaları
rahatsız etti. Peki, senin istediğin bu mu; yani yayaları rahatsız
etmek mi?"
"Abi alışkanlık işte" dedi.
Bu alışkanlık o hale geldi ki bırakın hastanenin önünü, hastanenin
bahçesinde dahi korna çalıyorlar. Araçta hasta olduğundan değil,
"Çekil yolumdan" demek için.
Peki ya çözüm? Üç şık var:
1) Ağır ve kademeli para cezası... Bir süre etkili olur. Sonra
şikayetler başlar: "Ben yola fırlayan yayaya çaldım da, memur
yanlış anladı da..." Falan filan. Siyasetçiler aracılığıyla
Emniyet'e baskı yaparlar. Olay bir süre sonra tavsar. Zaten medya
da şuursuz: "Trafikçiler abarttı; korna çalana ceza kesiyorlar"
diye haber yapan var.
2) Eğitim... Türkleri eğitmek için kuşakların geçmesi gerekir.
Korna işi düzelecek diye 40 yıl mı bekleyeceğiz?
3) En kolay, en pratik, en ucuz çözüm: Devle...