Son yıllarda en çok konuşulan konulardan biri de Yapay Zeka.
İngilizce kısaltması AI (Artificial Intelligence). Kısaltmanın
Türkçe karşılığı YZ, ancak az kullanılıyor.
Yapay Zeka kavramı dijital sistemle programlanmış bir makinenin
(bilgisayar veya robot), çevresinden gelen mesajları algılayarak
karar vermesini ifade ediyor.
YZ'li araçların kahir çoğunluğu, insan tarafından önceden verilmiş
direktifleri uyguluyor. Şimdilik günlük hayatımızda 'kendi başına
orijinal karar alan YZ' pek az.
İnsanların verdiği kararlar da fevkalade tartışmalı bir alandır.
Örneğin dil meselesi. Bir takım yöneticiler, "Cinsiyetçi dil
kullanılmasın" diye karar veriyor. Makineler ona göre
programlanıyor.
Neymiş bu cinsiyetçi dil? Efendim "insanoğlu" demeyecekmişiz. Niye?
Çünkü "oğul" diyerek cinsiyetçilik yapılıyormuş. Ne diyelim?
"İnsanlık". Peki, öyle olsun.
Olsun da... Sürüyle abuk örnek var. Makine bir kere dile karıştı
mı, programcının olanca cehaleti ve önyargısı da karşımıza
dikiliyor.
Örneğin "Altı kaval üstü şeşhane" deyimi... Doğrusu budur,
"Şişhane" değil, "şeşhane" (altı adet yivi olan, anlamında) yazmak
gerekir.
Ancak ben bu kelimeyi her yazışımda makine altını kırmızıyla
çiziyor. Yani "Yanlış yazıyorsun" deyip duruyor. Ne zaman ki
"Şişhane" yazacağım, o zaman çizgiyi kaldıracak. Halbuki yanlış
olan makine, daha doğrusu onu programlayan kişi.
Programcı çocuğa (genellikle gençtirler, hatta tıfıldırlar) sorsak,
"Ama ben sözlüğe baktım, Şişhane yazıyordu..." diyecek. Tamam da,
hangi sözlüğe baktın? Bugün elimizin altındaki en iyi sözlükler
dahi hata dolu, sürüyle de eksikleri var...
"Kız istemek" cinsiyetçi bir tabirmiş; üstü kırmızıyla
çizilecekmiş. Nedenmiş o? Erkek tarafı, kız tarafına gitmez mi?
"Allah'ın emri, Peygamberin kavliyle..." diye lafa başlamazlar mı?
Bazısı için zorunludur bu. Kimi de adet yerini bulsun diye yapar...
Neticede "kız istemek" bizim kültürümüzün bir parçası değil mi?
İtiraz edecekler: "Efendim o zaman kız demeyelim, kadın diyelim."
Olur. Siz "Kadın istemeye gittik" veya "Kadın istemeye gelmişler"
filan deyin. Bakalım dile yerleşiyor mu?
"Dekolte" kelimesinde de kırmızı çizgi varmış. Niye ki?
Fransızcadan dilimizde giren bu kelime, "kolları ve yakası açık"
demek... "Kar yağarken dekolte bir elbiseyle gelmişti" demeyelim mi
yani?
Şimdiden uyarıyorum: Bu tip müdahaleler yanlıştır. Çünkü süreç bir
kere başladı mı, alır başını gider. YZ bugün altını kırmızıyla
çizer, yarın dil polisine otomatik ihbar eder, öbür gün kelimeyi
hiç yazamaz hale geliriz.
Ayrıca, şeşhane-Şişhane olayındaki gibi gençler tabirleri yanlış
öğrenir ki bence en fenası da bu...
DİLLİ DÜDÜK SENDROMU
Böyle bir psikolojik sorun olduğunu biliyordum, ancak adının
"Kokteyl Parti Sendromu" olduğundan haberim yoktu. Sayıları çok az
da olsa, çevremizde öyle insanlar var: Çok konuşurlar. Çok dedimse
basitçe çok değil; çok, çok, çok. Durmadan, yorulmadan, muhatapları
ilgili mi, değil mi umursamadan konuşurlar. Ancak bir tutarlılık
yoktur cümlelerinde. Konudan konuya zıplarlar. Takip etmek
neredeyse imkansızdır. Ben buna, "çok konuşan kişi" anlamındaki
"dilli düdük" deyiminden hareketle, "Dilli Düdük Sendromu" diyorum.
Bu sendromun bir de "Williams Sendromu" denilen kuzeni var.
Dışadönüklükte aşırıya gitmek, en tipik göstergesi... Markette
tesadüfen tanışıp iki laf ettiği bir yabancıyı, cumartesi günkü
arkadaş toplantısına çağırmak veya uzak bir tanıdığa, kırk yıllık
dostmuş gibi sarılmak Williams'lıların sıkça yaptığı davranışlar.
Bu arada çok da konuştukları için Kokteyl Parti Sendromu ile
karışabiliyor. "Çocuğum böyle doğar mı" diye kaygılananlara: 10 bin
kişiden sadece biri böyleymiş.
MİSYONERİN MARİFETLERİ
ABD ile Türkiye arasında, Rahip Brunson sorunu sürmekte. Andrew
Bruson 50 yaşında bir pastör; yani Protestan rahibi. Türk makamları
dini faaliyetlerini terörizme alet etmekle suçluyor onu. Bugün
tavsiye edeceğim kitap, Brunson olayını tarihi bir perspektife
yerleştirmede çok işinize yarayabilir. Kitabın hikayesi, içeriği
kadar ilginç: Erciyes Üniversitesi'nin eski rektörü Prof. Mehmet
Şahin, 2015'te Harvard Üniversitesi'nin kütüphanesinde Osmanlı
üzerine çalışırken, karşısına 230 sayfalık bir metin çıkar. Peder
Wilson Amos Farnsworth tarafından 1904'te daktiloyla yazılmış bu
metin, Amerikalı misyonerlerin 19'uncu yüzyılda Anadolu'da
yürüttükleri faaliyetleri içeriden anlatmaktadır. Metin o kadar
ilginçtir ki Mehmet Şahin, iktisat tarihini bir yana bırakıp
kendini bu olaya verir. Yazılanları tam anlamıyla kavrayabilmek ve
doğru biçimde çevirebilmek için, tonla kitap ve makale okur,
bilenlere danışır. İş Bankası'nın yayınladığı Kapadokya'daki
Amerikalı Misyonerlerin Bilinmeyen Tarihi (1853-1903) işte böyle
bir çabanın sonunda ortaya çıkar. Ancak kitap Peder Farnsworth'ın
anılarından ibaret değil. Mehmet Şahin kaleme aldığı giriş
yazısında, kısaca "American Board" denilen, misyoner teşkilatının
nasıl kurulup geliştiğini, Anadolu'da niye ve nerelerde
konuşlandığını da okura heyecanlı bir roman tadında anlatıyor.
Kitabı okursanız, sadece misyonerlik faaliyetlerini değil,
Anadolu'nun o dönemki hal-i pürmelalini de öğreneceksiniz.