15 yaşımda ağabeyimi, 17
yaşımda babamı yitirdim...
Tam çocukluktan kurtulurken, önce ideal aldığım örnek insanımı,
idolümü, sonra da hayatıma yön veren öğretmenimi, pusulamı
kaybetmiştim.
Bu erken ve beklenmedik ölümlerden dolayı olsa gerek, kendime 30
yaşıma kadar ömür biçmiştim...
O nedenle de hep, “yarın ölecekmiş” gibi çok
çalıştım.
Çok çalışmakla da yetinmedim, “yarın ölecekmiş” gibi
yaşadım:
Kimseye kötülük etmemeye, sevdiklerime yeterince zaman ayırmaya,
ülkeme, insanlarıma hizmet etmeye, meslek ahlakına ve insan
haysiyetine uygun davranmaya çalıştım...
Ölümü erken tatmış olmaktan
kaynaklanan bu yaşam biçimim çok kişi
tarafından anlaşılmadı:
Çok çalıştığım ve iyi insan olmaya özen gösterdiğim için, küçük
hesaplara alışık olan ve küçük hesaplar peşinde koşan insanlarla
dolu bir toplumda hep “Bu adam neyin peşinde” sorusu
soruldu!
Bu soruyu akademik meslektaşlarım da sordu; müsteşarlık dönemimde
politikacılar da, bürokratlar da...
Büyüklerim de, küçüklerim de, yaşıtlarım da...
Bir türlü benim, “sadece kendime saygı duyduğum bir yaşam
biçimi peşinde olduğumu” anlayamadılar.