Demokrasi tarihi dünyada, kan ve
gözyaşı ile yazılmış uzun bir
serüvendir:
Demokratik rejim, Endüstri Devrimi’ni izleyerek, sermaye sınıfının
toprak ağalarına ve ruhban sınıfına karşı mücadelesi ile ortaya
çıkmaya başlamış...
Sonra da asıl, toprak ağalarının ve ruhbanın kalıntıları ile
sermayenin birlikte oluşturduğu egemenler koalisyonuna karşı,
işçilerin hak arama savaşları ile kurulmuştur.
Batı dünyasında, Demokrasi, somut olarak, ücret artışı gibi,
çalışma saatleri ve koşulları gibi, çalışanların yaşam
standartlarının iyileştirilmesi için yapılan eylemlerle
gelişmiştir.
Toplumun çeşitli kesimlerinin, örneğin kadınların seçme ve seçilme
hakları, bu mücadele ile, zaman içinde zorla ve yavaş yavaş elde
edilmiştir.
*** Birinci Dünya Savaşı, Endüstri
Devrimi’ni kaçırdığı için kendi iç dinamiği ile
Demokratikleşememiş, zayıflamış ve yarı sömürge haline gelmiş bir
Din/Tarım imparatorluğu olan Osmanlı’yı da yıkmış ve ortadan
kaldırmıştır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde
kazanılan İstiklâl Savaşı ile kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti, bu
çöken ve işgal edilen Din/Tarım imparatorluğunun kalıntıları
üzerinde Çağdaş bir Demokratik Cumhuriyetin temellerini
atmıştır.
Ama ne yazık ki, savaşla kazanılan bağımsızlık ve buna dayalı
olarak kurulan Cumhuriyet, bir Din/Tarım toplumunu, aniden
Kentsel/Endüstriyel bir topluma dönüştüremiyor; Halife Sultan’a
biat etmiş insanları, bir gecede özgür vatandaşlar haline
getiremiyor.
“Atatürk Devrimleri” dediğimiz reformlar, işte bu Din/Tarım
toplumunu Kentsel/ Endüstriyel bir topluma dönüştürmek için yapılan
atılımlardır.