CUMHURİYET GAZETESİ
mensuplarının yargılandığı davanın 31 Ekim
2017’deki duruşması hakkında medyaya
yansıyan haber özet olarak
şöyleydi:
“Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın
Yönetmeni Murat Sabuncu, İcra Kurulu
Başkanı Akın Atalay, muhabiri Ahmet
Şık ve muhasebe çalışanı Emre
İper’in tutuklu yargılandığı davanın 4.
duruşması İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nde
yapıldı.
Sanıkların tutukluluk halinin devamına
karar verildi.”
REINA KATLİAMI’nın 16 Aralık
2017 duruşması hakkında medyaya yansıyan
haber de özet olarak şöyleydi:
“İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi,
39 kişinin hayatını kaybettiği ‘Reina katliamı’
davasında ‘IŞİD üyeliği’nden yargılanan yedi
sanığı tahliye etti.
Mahkeme, tahliye kararına ‘delillerin
toplanmasını ve ölçülülük ilkesini’ gerekçe
gösterdi.”
***
Bu iki haberde dikkati çeken nokta, aralarından biri, tutuklanacağını bile bile ülkeye dönmüş ve havaalanında gözaltına alınmış olan dört CUMHURİYET mensubunun tutukluluğunun devamına karar veren mahkeme ile REİNA KATLİAMI’nda, IŞİD üyeliği ile yargılanan sanıkların bazılarını “delillerin toplanmasını ve ölçülülük ilkesini” gerekçe göstererek tahliye eden mahkemenin aynı mahkeme olmasıydı.
***
Yukardaki haberleri okurken
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı
Turgay Olcayto’nun Sedat Simavi Ödülleri
Töreni’nde, tutuklu yargılanan gazeteci/yazarlar
konusunda söylediklerini bir kez daha
anımsadım:
“...Bugün arkadaşlarını ihbar eden,
küçük ya da büyük çıkarlar için arkadaşlarını
harcayan, cezaevindeki arkadaşlarına ‘oh çeken’ bir
grup insan var. Bunlar kendilerine gazeteci
diyorlar.
Cezaevinde 140 gazeteci var. Bu
arkadaşlarımızı cemiyet olarak ziyaret etmeye
çalışıyoruz. Ahmet Şık’ı da,
Ali Bulaç’ı da ziyaret ettik. Özgür
Gündem’den İnan Kızılkaya’yı da
ziyaret ettik. Cezaevindeki meslektaşlarımız
ziyaretlerimiz sırasında birbirlerine selam
gönderiyorlar. Cezaevindeki dayanışmaları çok yüksek. Biz
o dayanışmayı dışarda gösterelim istiyoruz ama
bunu sağlayamıyoruz.
Gazetecilikte nefret dili
haberciliğinden vazgeçelim. Türkiye basın
özgürlüğünden, halkın haber alma ve doğruyu
öğrenme hakkından yoksun bırakılmamalı. Bu utançtan
kurtulunmalı. Gergin bir topluluk olduk. Medyanın da bu
gerginliğe olumsuz katkısı var.
Siyasetçilerin dili de nefret dili. Bu
kavga içinde toplumun sağlıklı hareket edebilmesi
mümkün değil.
Umarım bunları kısa zamanda atlatırız.
Umudumuzu yitirmiyoruz, mücadeleyi de
bırakmıyoruz.
Sedat Simavi bize ‘Dik durun’
demişti. Biz de dik durmaya
çalışıyoruz.
Kısaca diyoruz ki düşünceyi ifade
özgürlüğü önündeki engeller kalkmalıdır.
Gazeteciler, yazarlar düşüncelerinden, yazılarından
ötürü cezaevlerinde çürütülmesinler.
Hapishanelerinde en çok gazeteci
bulunan ülke ayıbı ortadan kalksın. Gazeteciliğin,
yazarlığın, sanatın 21. yüzyılda suç olmadığı artık
bilinsin.
Ummak istiyoruz ki gelecek yıla
üzerimizdeki bütün sıkıntıları, korkuları yenmiş,
barış içinde kardeşçe yaşayan bir toplum olarak
gireriz.”
***